26 Temmuz 2015 Pazar

Gemilere İsim Verilmesi

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan

Amiral Cem Gürdeniz
 Gemilere İsim Verilmesi
                  Gemilere isim verilmesi binlerce yıllık bir maziye sahiptir. Genelde Yunan ve Roma dönemlerinde fırtınalardan ve kötü talihten korunması için tanrısal ve kutsal isimlerin gemilere verilmesi geleneği, Hristiyan kültürünün gelişmesiyle daha da yaygınlaştı. Kralların, asillerin isimlerinin yanısıra, havariler ve azizlerin isimleri kullanılmaya başlandı. Özellikle ticaret gemileri isimleri arasında kadın isimlerinin yer alması zamanla yaygınlaştı. Gemilere kadın isimlerinin verilmesi Hint Avrupa dillerinin çoğunda kelimelerin dişi ve erkek olarak ayrılmasından kaynaklandı. Gemi, pek çok dilde dişi kelimeler arasındadır. Pek çok kültürde gemilerin isimlerini kadınlar verir ve isim verilmesi geminin denize indirilmesi ile aynı anda yapılır.
İsimli ilk Türk gemisi: Gazi.  Türklerin denizcilik tarihinde bir gemiye isim verilmesi ilk kez 14’üncü yüzyılda gerçekleşti. Aydınoğulları Beyliği (1308-1426) döneminde Türklerin karada gemiler yürüten ilk Amirali olan  Umur Bey (1309-1348) tarafından ilk kez bir savaş gemisine ‘’Gazi’’ ismi verildi. Osmanlı döneminde denizciliğimizin en yüksek zamanları olan 15 ve 16’ncı yüzyıllarda gemiler komutanlarının yani reislerinin ismi ile anılırdı. Daha sonra ilk kez 1650 yılında bir Osmanlı savaş gemisine isim verildi. 1645'te başlayan Girit kuşatması uzayınca, İstanbul-Kapalıçarşı’da bulunan Uzunçarşı esnafı donanmaya bir gemi yaptırdı ve adını Uzunçarşı koydu. Daha sonraları bu gelenek Osmanlı Donanmasında yerleşti. Padişahlarla (Selimiye, Mahmudiye, Reşadiye, Sultan Osman-ı Evvel vb.) annelerinin isimleri (Pertevniyal, Tir-i Müjgan vb.) ile zafer, güç, vefa, sadakat  gibi özellikleri simgeleyen sıfatlar da (Peleng-i Derya, Nüvid-i Fütuh, Muin-i Zafer, Yadigar-ı Millet vb.) gemi isimleri arasındaydı. Ünlü denizcilerin isimleri ile (Barbaros, Turgutreis vb.) deniz zaferleri (Preveze, Cerbe vb.) ve ayrıca önemli coğrafi yer isimleri de (Halep, Şam, Ayıntab vb.) gemilere verilen isimler arasındaydı.
Cumhuriyet Dönemi İsimleri. Cumhuriyet Donanması Osmanlı Donanmasından devraldığı gemilerin isimlerini çoğunlukla değiştirmedi. (Yavuz, Sultanhisar, Demirhisar, Muavenet, Gayret vb.) Yeni alınan gemilere Kurtuluş Savaşı zaferlerinin isimleri verilirken (I. İnönü, II. İnönü, Sakarya, Adatepe, Kocatepe, Zafer vb.), bazı gemilere bizzat Atatürk tarafından isimler verildi. (Atılay, Saldıray, Batıray, Yıldıray, Gür ) Atatürk sonrası dönemde 1950’li yıllara kadar yeni alınan gemilere coğrafi yer isimleri ile ünlü denizciler ve deniz zaferlerinin isimleri (Giresun, Hızırreis, Cerbe vb.) ve ayrıca deniz kuşları, rüzgar/fırtına isimleri (Doğan, Martı, Karayel vb.) verilirken, Demokrat Parti döneminde bazı muhriplere Alparslan gibi Selçuklu Hükümdarı ya da donanmayı pek de sevmeyen Mareşal Fevzi Çakmak isimleri verildi.  1973 yılında ilk kez Osmanlı Beyliği kurucusu Osman Beyin babası Ertuğrul’un adı ABD’den alınan Tank Çıkarma gemisine verildi. Cumhuriyet döneminde padişah isimlerinin firkateynlere verilmesi adeti de ilk kez Özal döneminde oldu. (TCG Fatih, TCG Yıldırım) Kıbrıs Barış Harekâtında kıyı başının tutulduğu yer olan Girne’nin ismi 1977 yılında hizmete giren ve Türkiye’de inşa edilen karakol botuna verildi. Böylece cumhuriyet döneminde ilk kez jeopolitik içerikli bir gemi ismi kullanılmış oldu. (TCG Kardak isminin de yeni inşa edilecek  doklu çıkarma gemisine (LPD) verilmesi ile bu gelenek devam ettirilebilir.)
Deniz Şehitleri ve Gemi İsimleri. Donanma deniz şehitlerine de ayrı önem vererek onların aziz hatıralarını gemilerde yaşattı. 1942 yılında batan TCG Atılay denizaltısı komutanı Bnb. Saadettin Gürcan’ın ismi 1970 yılında; 1953 yılında batan TCG Dumlupınar denizaltısının komodoru Alb. Hakkı Burak ismi 1965’te; aynı geminin başçarkçısı Yzb. Naşit Öngören’in ismi 1973 yılında; 1955 yılında Taşkızak Tersanesinde inşa ettiği gemide kaza sonucu şehit düşen Deniz Mühendis Yzb. İhsan Tulunay’ın ismi aynı gemiye; 1970 yılında dalışta şehit düşen Porsun Astsubay Başçavuş Ersev Bayrak’ın ismi 1971 yılında; 1974 yılında Kıbrıs Harekatında batan TCG Kocatepe’nin başçarkçısı Bnb. Metin Sülüş’ün ismi 1975 yılında; geminin ikmal subayı  Teğmen Caner Gönyeli’nin ismi  1976 yılında  savaş gemilerine verildi. Son olarak 1992 yılında bir tatbikat sırasında Amerikan uçak gemisi  USS Saratoga tarafından bir kumpas sonucu bilerek vurulan TCG Muavenet muhribinde şehit düşen Gemi Komutanı Yarbay Kudret Güngör’ün ismi 1997 yılında donanmanın en büyük tonajlı destek gemisine verildi. Bu gemiler dışında söz konusu kayıplarda şehit düşen diğer denizcilerin isimleri binalar, kışlalar, yüzme havuzları, spor salonları, caddeler, lojmanlar, konferans salonları, kültür merkezleri ve benzer yerlere verilmiştir. Ayrıca donanma her sene yaptığı değişik çaptaki tatbikat ve eğitimlere de görev şehitlerinin isimlerini vermektedir.
Kumpasın Deniz Şehitleri. Deniz Kuvvetlerimizin 2009 yılından sonra maruz kaldığı alçak kumpaslar sonucu kaybettiğimiz ve görev şehidi kabul edilmeleri gereken silah arkadaşlarımız da diğer deniz şehitlerimiz arasındaki ölümsüz yerlerini almalıdır. Neticede TCG Muavenet muhribimiz Amerikan füzeleri ile vuruldu. Kumpas şehitlerimiz ise ABD himayesindeki paralel yapının CD’leri ile. Doğu Akdeniz’deki etkin faaliyetleri nedeniyle hedef alınan Amiral Cem Çakmak ile Hint Okyanusunda fiilen görev yapan ilk Türk Komodoru olan Albay Murat Özenalp’in ve Cumhuriyet tarihinde Çin Halk Cumhuriyetini komutanı olduğu Turgutreis firkateyni ile 2000 yılında ilk kez ziyaret  eden Albay Berk Erden’in isimleri savaş gemilerine verilmelidir. İlk kumpas şehidimiz, Öğretmen Yarbay Ali Tatar’ın ismi de ömrünü adamış olduğu Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığında uygun görülecek en prestijli yere verilmelidir. Her ismin gelecek kuşaklara vereceği tek mesaj vardır: Asla Teslim Olma.




19 Temmuz 2015 Pazar

Kıbrıs Barış Harekâtı ve Savunma Sanayi

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz

Kıbrıs Barış Harekâtı ve Savunma Sanayi

         Yarın Kıbrıs Barış Harekâtının 41nci yıldönümü. Anadolu jeopolitiğinin Cumhuriyet tarihindeki en büyük kazanımına neden olan bu harekat sonrasında küresel hegemonya, Türkiye’yi çeşitli şekillerde cezalandırdı. Önce Ermeni terörü hortladı. İlk eylemini harekattan 1 yıl önce yapan Ermeni terörünün şiddet ve kapsamı artırılarak Asala isimli kanlı terör örgütü kurduruldu. Sonra ambargo geldi. 5 Şubat 1975 ile 26 Eylül 1978 arasında Türk Silahı Kuvvetlerine karşı uygulanan ABD silah ambargosu ile silah ve yedek parça akışı tamamen kesildi. Hava Kuvvetlerinin jetleri ile Deniz Kuvvetlerinin muhrip ve denizaltılarının harbe hazırlık durumları dibe vurdu. Ancak bu zor dönemden çıkardığı dersler Deniz Kuvvetlerinin silahlanma stratejisini olumlu yönde ve derinden etkiledi.
              Kıbrıs sonrası Donanmanın ABD Bağımlılığı azaltıldı. 1974 yılında, Türk Deniz Kuvvetlerinin TCG Berk refakat muhribi hariç, tüm muhrip ve denizaltıları ABD yapımı idi. Kullanılan silahlar ve gemilerin Gölcük Tersanesinde yapılan planlı bakım ve onarımları için gerekli malzemeler yüksek fiyatlarla ABD’den ithal ediliyordu.  Silah ambargosunun cihaz ve sistemlerin idamesinde yarattığı güçlükler, başta ulusal yeteneklerin kullanılmasını ve modernizasyon için başka ülkelere yönelişi gerekli ve kaçınılmaz  kılmıştı.  Aslında kuruluğundan itibaren Türk Deniz Kuvvetlerinin gönlünde yatan aslan, kendi gemisini ve silahını ulusal olanaklar ile yapmaktı. Osmanlıdan kalan endüstriyel mirasın yokluğu göz önüne alındığında bu hedefe erişim kolay bir süreç değildi. 1946 sonrası ABD ile stratejik yakınlaşmanın başlaması ve Truman Doktrini ile Marshall Planının devreye girmesinden sonra bu hedefe erişim çok daha zorlaştı. 12 Temmuz 1947 tarihinde imzalanan “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Antlaşma” sonucu hibe yolu ile çok genç yaştaki  muhriplerin ve denizaltıların temini ve bu modern platformları denizcilerimizin çok kısa sürede etkinlikle kullanması, kalkınma hamlesi içinde olan Cumhuriyetin, bütçesine yük olmadan Deniz Kuvveti geliştirmenin en maliyet etken yolu olarak ortaya çıkmıştı. Daha doğrusu Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetlerine bunu haklı gerekçelerle dayatmıştı. Diğer taraftan Deniz Kuvvetleri 1967 yılında kendi olanakları ile Berk sınıfı refakat muhribi projesine başladıysa da bu başarılı proje çeşitli dayatmalarla ikinci gemiden sonra durduruldu. Eğer bu projeden her şeye rağmen vazgeçilmemiş olsaydı, MİLGEM sınıf korvetlerimizi 2011 yerine, 80’li yıllarda tamamlamış olabilirdik.
              Ulusal Savunma Sanayi Esastır. 1975 Şubatında, ABD ile stratejik ortaklığın ulusal çıkarlar söz konusu olduğu takdirde ambargo ve değişik kısıtlayıcı tedbirler ile donanmanın hareket serbestîsini kısıtladığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. İki yol vardı. Ulusal savunma sanayiini geliştirmek veya Avrupa pazarından faydalanmak.  Deniz Kuvvetleri her iki yolu da benimsedi. Her ne kadar azami yerli katkıyı hedefleyen ulusal yol için, 2000’li yılları beklemek gerektiyse de, Alman firmaları ile Türkiye’de ve Almanya’da firma lisansları altında inşa edilen “Doğan/Rüzgâr/Kılıç“sınıfı hücumbotlar, MEKO 200 Track I/IIA/IIB sınıfı fırkateynler, “Ay/Preveze/Gür” sınıfı denizaltılar ve “Aydın” sınıfı mayın avlama gemileri ile ABD kaynaklı gemiler arasında dengeli bir yapılanmaya gidildi ve teknoloji transferi yapıldı. Bu transferler ve tecrübe birikimi, yurtdışında yüksek lisans ve doktora yapan deniz subayı mühendislerimizin yetenekleri ile birleşince 21nci yüzyıl başındaki teknolojik sıçrama mümkün olabildi.
         Donanma AR/GE kuruyor. TCG Kocatepe’nin batması esnasında yaşanan hava savunma zafiyetinin giderilmesi için ek uçaksavar toplara ihtiyaç duyuldu. Bu toplara ekonomik bir atış kontrol sistem arayışı, üretime katkıda bulunma fırsatını bekleyen yenilikçi genç denizci mühendis subaylara  istenen özelliklerde bir sistemin geliştirilmesine olanak sağladı. Böylece günümüzün  ARMERKOM’u (Araştırma Merkezi Komutanlığının) başlangıcı sayılan Gölcük Tersanesi Proje Geliştirme Baş Mühendisliğinde SAPAN Atış Kontrol Sisteminin ulusal olanaklarla geliştirilmesine başlandı. Arkası geldi. MİLGEM bu sürecin şimdilik en önemli katma değeri oldu. (Bu arada bir hatırlatma yapalım.  Kumpas davalarla en çok hedef alınan deniz subayları arasında mühendislerimizin olduğunu hatırlatalım.)
         Vakıf Firmaları Oluşturuldu. Diğer yandan Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası maruz kaldığımız ABD ambargosunun en önemli sonuçlarından birisi de Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfının ve bu vakıf kanatları altında kurulan Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi ulusal savunma sanayi firmalarının kuruluşunu tetiklemiş olmasıdır.  Bugün söz konusu firmalar dünyanın önde gelen firmaları arasında yerini almaktadır. Ancak bu noktada bir eleştiri de yapalım. Bu süreç içinde Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının kapatılmış olması da Türkiye’nin denizcileşmesine büyük zarar vermiştir. Bu vakıf sadece Donanmanın gelişimi için maddi kaynak toplamıyor aynı zamanda donanma ve denizciliğin Anadolu’da tanıtımını yapıyordu. 1987 yılında kapatılmasından sonra bu olanak ortadan kalkmış oldu. Anadolu’da bugün denizden ücra köşelerde tek bir savaş gemimizin resmini bile göremezsiniz. Halbuki vakfın maddi kaynaklarının büyük bir bölümü TSK Güçlendirme Vakfına aktarılıp, ismi Donanma Vakfı olarak değiştirilip Anadolu’daki denizcileşme gayretlerine destek olabilirdi. 
         Toplumsal ortak irade ve dayanışma gerekliliği.  Kısacası Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında yaşananlar ulusal savunma sanayinin gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Ancak bu harekattan çıkarılacak en büyük ders milli bir dava uğruna Türk milletinin çelik bir irade ile bütünleşmesi ve gerektiğinde ekonomik zorluklara katlanabilecek toplumsal dayanışmayı göstermiş olmasıdır. Bugün eksik olan budur.



















12 Temmuz 2015 Pazar

Kürt Koridoru, Denize Çıkış ve Deniz Lojistiği

Description: IMG_0131 


                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
                   Kürt Koridoru, Denize Çıkış ve Deniz Lojistiği
Güneyimizde devam eden, gerek devletimizin bekasına, gerekse bölgesel barış ve istikrara açık tehdit teşkil eden Irak ve Suriye’de yaşanan parçalanmaların iki önemli emperyal hedefi var.  Birincisinde bölgenin doğal kaynaklarının Avrupa Atlantik finans kapital sistemin tam kontrolüne girerek, bu kaynakların engelsiz şekilde Akdeniz’e erişmesini sağlamak. Diğeri de bu hedefi gerçekleştirirken Mezopotamya’da Akdeniz’e doğrudan bağlanmış bağımsız Kürt devletini kurarak hem jeopolitik hem de jeoekonomik yeni bir cephe kurmak. Doğu Akdeniz’de 20’nci yüzyıl ortasında kurulan İsrail’den sonra 21’nci yüzyılda ikinci İsrail olarak kurulacak Kürdistan, Doğu Akdeniz’de, neoliberal sisteme taze kan getirirken, Doğu Akdeniz’de yüzyıllarca sürecek kan dökülmesinin yolunu açacak.
                  Büyük oyunun neoliberal ekonomik hedefi, Doğu Akdeniz ve Mezopotamya’daki petrol ve doğal gaz zenginliğini (İsrail, Irak, Suriye, Rum ve “Barzanistan”) ABD, İsrail ve Avrupa sermaye birikimine eklemek ve dünya pazarına etken Rus-İran petrol ve özellikle doğal gaz tekelini kırmaya katkıda bulunmaktır.
           Irak Federal Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin 17 Kasım 2013 günü “Kuzey Kürdistan”a Hoş Geldiniz’’ sloganıyla karşılandığı Diyarbakır ziyaretinin hemen ardından partisi KDP’nin internet sitesinde İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin 21 ilini kapsayan büyük Kürdistan haritası yayımlanmıştı. Bu haritanın, 2006 Baharında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde emekli Albay Ralph Peters tarafından yayınlanan “Kan Sınırları: Daha iyi bir Ortadoğu Nasıl görünürdü?” isimli makalesindeki haritadan farklıydı. Bu haritada Kürdistan’ın Akdeniz’de de kıyısı vardı. Amerikalı Albayın 2006 yılındaki haritasında Kürtlere sadece Karadeniz’de dar bir kıyı veriyordu. Barzani’nin 2013 haritası İskenderun Körfezimizde neredeyse Yumurtalık limanının güneyinde kalan sahillerimizi sözde Kürdistan’a dâhil etmiş.
           Denize çıkış esastır. Emperyalizm bu iki hedefi elde edebilmek için var gücüyle dışarıda ve içerde savaşıyor. PKK ve HDP ileri gelenlerinin açıklamalarını herhalde kullanışlı ve akıllı aydınlarımız iyi okuyorlardır. Yakın vadede Suriye ile Irak’tan orta vadede, ülkemizden koparılmaya teşebbüs edilecek  topraklar üzerinde oluşturulacak bağımsız Kürdistan’ın denize erişmesi emperyalizmin bu aşamada en önemli ara hedefidir. Denize erişim o kadar önemli ki, bu sağlanamadığı takdirde bağımsız Kürdistan ilan edilse bile yeni devletin yaşayamayacağını herkes biliyor. Zira deniz ve deniz ulaştırması olmadan ağır silahların yığınaklanması ve güç intikali sağlayacak kara unsurlarının büyük çaplı intikali yapılamıyor. Dışarıyla deniz bağı olmayan yeni kurulmuş bir devletin ne savunma, ne güvenlik ne de refahı kalıcı olamıyor.
           Savaş Lojistiğinin Vaz Geçilmezi Denizdir. Günümüzde yeryüzündeki ülkelerin % 80’inin denizde sınırı var. Dünya nüfusunun %95’i sahillerin 1000 km’si içinde yaşıyor. Siyaseten önemli metropollerin kabaca % 60’ı kıyıların 100 km’si; i %70’i  ise 500 km’si  içinde yaşıyor. Dünya başkentlerinin % 80’i kıyılarda yoğunlaşmış durumda. Deniz ve okyanuslarda hegemon bir gücün söz konusu şehirlerin denizle bağlantısını ablukalar nedeniyle kestiğini düşündüğümüzde ABD’nin neden her okyanus ve denizde savaş gemisi bulundurduğu ve her sene Donanmasına 150 milyar dolar harcadığı ortaya çıkıyor. Zira deniz ulaştırmasından daha ucuz ve ekonomik bir ortam henüz bulunamadı. Deniz ulaştırması demir yolundan 3, kara yolundan 7 ve hava yolundan 21 kat daha ucuz olduğu sürece bu durum devam edecektir. Aynı durum bölgesel veya küresel bir savaş durumunda da geçerliliğini koruyacaktır. Zira askeri malzemelerin yığınaklanma için deniz ulaştırmasından başka bir yöntemle çok büyük tonaj ve taşıma frekanslarında nakledilmesi olası değil.
  Tarihten Örnek. 17 Ocak 1991 günü başlayan Çöl Fırtınası harekatı ile ABD önderliğinde Suudi Arabistan’da oluşturulan Koalisyon Kuvveti 450 bin askerlik bir güçle Kuveyt’i işgale  girişti.  Bu harekat savaş lojistiğinde yeni rekorlar kırdı. İkinci Dünya Savaşında bir zırhlı tümenin günlük cephane ihtiyacı 500 ton, günlük yakıt, yemek ve su ihtiyacı 300 ton iken bu değerler 1991 harekatında cephane için 5000 ton, yakıt için 2 milyon ton, yemek için 80 bin rasyon olmuştu. Ağustos 1990 ile Mart 1991 arasında ABD ile Avrupa’dan toplam 5,5 milyon ton yük yaklaşık 500 yardımcı gemi/ticaret gemisi ile Suudi Arabistan limanlarına getirilmişti. Savaşın sadece ilk 6 ayda 2,5 milyon ton taşınmıştı. Bu miktar dünya tarihinin en büyük amfibi harekatı olan II. Dünya Savaşındaki Normandiya harekatının dört katıydı. ABD, hava meydanları, limanlar ve kara yolları için son on yılda Suudi Arabistan’da yaklaşık 650 milyar dolar harcamıştı.  Bu konvoylar Akdeniz’den itibaren NATO gemileri dâhil 220 suüstü gemisi ile desteklenmişti. Irak’a karşı uygulanan deniz abluka ve ambargosunu da bu gemiler sağlamış, yaklaşık 7000 ticaret gemisi 6 ay içinde sorgulanmıştı.  Suudi kabul limanları olmasaydı bu harekat olmazdı.
           Bu sayıları neden verdim? Eğer Suriye ya da Türkiye üzerinden bağımsız Kürdistan Akdeniz’e erişirse Kürtlerin müttefiki Avrupa-Atlantik yapının hegemonyasındaki denizler ve okyanuslar, kesintisiz bir şekilde Kürdistan topraklarının devamı olacaktır. Akdeniz’de İkinci Irak Harekâtı olan Irak’a Özgürlük (OIF) harekatında 1 Mart 2003 tezkeresi ile Amerikan askerinin İskenderun ve Mersin’e çıkmasına o zamanlar Sayın Kemal Anadol gibi liderlerin yer aldığı gerçek muhalefeti olan Türkiye izin vermemişti.  Kuzeyde cephe açılamamış, Amerikan’ın Akdeniz’deki deniz köprüsü güney cepheye yöneltilmişti. Şimdi Kürdistan Akdeniz’e eriştiğinde artık ABD yığınaklanması için hiç bir sorun kalmayacaktır. Bu yığınaklanmanın Rusya’nın Tartus’ta bulunan donanma varlığı ile 100 bine yakın askeri varlığına oluşacak tehdidi ayrıca değerlendirmek gerekir. Denize çıkan Kürdistan, Ortadoğu jeopolitiğini alt üst edecektir. İçinde bulunduğumuz durum 100 yıl önceki Balkan Harpleri dönemini aratmıyor. Tek fark, jeopolitik depremi Türkiye cephesinde demokrasi uğruna kendi ellerimizle hazırlıyoruz. Maalesef Türk halkı ve aydınlarının ciddi bir kısmı, 1911 Osmanlı halkından bile daha cahil ve duyarsız.



5 Temmuz 2015 Pazar

Amiral Cem Aziz Çakmak’ı Mavi Vatan’ın Sonsuzluğuna Uğurlarken.


Description: IMG_0131 

                   Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
                   Amiral Cem Aziz Çakmak’ı Mavi Vatan’ın Sonsuzluğuna Uğurlarken.
Tam 17 ay önce Cumhuriyet Donanmasının mümtaz evladı, Mustafa Kemal’in gerçek bahriyelisi, Amiral Cem Çakmak hakkında bu köşede bir yazı kaleme almıştım. Şöyle yazmışım:
’Bir Deniz Subayı Düşünün: Henüz iki yıllık bir deniz teğmeni iken koskoca muhribin manevrası kendisine emanet edilen; bir kurmay subay olarak hazırladığı deniz harekâtına yönelik analiz ve değerlendirmelerle herkese şapka çıkarttıran; görev yaptığı Akdeniz NATO Daimi Deniz Görev Grubunda komutan olan Amerikalı, İspanyol ve Yunan Amirallerin onayına sunulan her harekât emrinde, mutlaka imzası aranan; 1999 Marmara Depreminden sonra İzmit TÜPRAŞ Rafinerisinde yangın büyürken, Gölcük Tersanesinde yüzer havuzda bulunan, İkinci Komutanı olduğu Gemlik Firkateynini çok zor şartlar altında emir beklemeden denize indiren, büyük çabalarla yakıt bulan, neticede pervanesini döndürüp kısa sürede Marmara Denizine çıkarabilen; gemi komutanı olarak ölümüne sevilen ve sayılan; Malezya’daki deniz ataşeliği sırasında Türk Savunma Sanayine ihracat fırsatları yaratabilen.
Bir Amiral düşünün: Mustafa Kemal’in sarsılmaz bir denizci komutanı olan; Deniz Kuvvetlerinin en önemli tatbikat ve harekâtlarına imza atan; Doğu Akdeniz’de hak ve çıkarlarımızı gasp edenleri durduran; Hint Okyanusuna ilk defa inen Cumhuriyet Donanmasının harekâtını planlayan; Akdeniz’de Cebelitarık’tan Kıbrıs’a kadar, üç ay boyunca, çok sayıda savaş gemisi ile Türk deniz varlığının sergilendiği Türk Deniz Görev Grubunun (TDGG) her hareketini planlayan; Deniz Kuvvetlerinin gelecek 50 yılını tasarlayacak vizyona sahip; ilke ve prensiplerinden asla taviz vermeyen, diplomat, savaşçı, centilmen ve aydın bir Amiral.’’
Amiral Cem Çakmak’ı kaybettik. Amiral Çakmak, alçak Balyoz kumpası sonucu 2012 sonbaharında kapatıldığı Silivri Hapishanesinde yakalandığı akciğer kanserine büyük bir direnişle verdiği savaşı 3 Temmuz 2015 sabahı kaybetti. Aslında savaşı kaybeden sadece bedeni oldu. Ruhu hala dimdik ayakta. Son görüşmemizde ona ‘’Amiralim köprüüstünü terk etmek yok’’ demiştim. Sözünü tuttu. Bedeni köprüüstünü terk etti, ancak ruhu orayı asla bırakmadı. Onun işaretini sonuna kadar direnerek verdi. Aldığı radyoterapi ve kemoterapi dozlarına insanüstü bir irade ve azimle dayanabilmesinin başka izahı olamaz.
Amiral Cem Çakmak’ı hapiste ve dava sürecinde çok daha yakından tanımıştım. Sarsılmaz iradesi, eğilmeyen  başı, üstün moral gücü, F tipi  mahkemeye meydan okuyan duruşu, eşi ve çocukları ile anne, babası ve ablalarına olan sonsuz bağlılığı, entelektüel birikimi, liderliği, vatan, bayrak ve bahriye aşkı onu Bahriyenin gelmiş geçmiş, en çok sevilen şahsiyetleri arasına taşıdı.
Cem Çakmak, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel’in de üyesi olduğu Yüksek Askeri Şura’nın 2012 toplantısında 14 orgeneral/oramiralin imzası ile Balyoz’un büyük bir yalan, iğrenç bir kumpas olduğu bilindiği halde, emekliye sevk edildi. Tüm rütbelerine birinci sıradan terfi eden, Balyoz tertibi olmasa 2023 yılındaki Deniz Kuvvetleri Komutan adayları arasında olmasına, kesin gözüyle bakılan, bu mümtaz denizcinin tasfiyesine bir üye bile muhalefet şerhi düşmedi. Amiral Çakmak’ı kahreden kurulan kumpas olmadı. Kumpasçılar F tipi örgüt üzerinden emperyalist cephenin tetikçiliğini yapıyordu. Asıl onu yıkan ve kahreden, başta Deniz Kuvvetleri ve Donanma Komutanları olmak üzere yüksek askeri komuta heyetinin kumpas cephesi ile savaşmayı reddedip, kendi evlatlarını gözlerini kırpmadan cellâda teslim eden teslimiyetçi tutumu oldu. Bu teslimiyetçilere, çekirdeği Kuvayı Milliye Donanması olan Cumhuriyet Donanmasının seyir jurnalinde nasıl yer verileceğini düşünmek bile istemiyorum.
Yüzlerce Cem Çakmak onun izinde. Amiral Cem Çakmak’ı bedenen kaybetmenin derin hüznünü, tarif edilemeyecek bir boyutta yaşıyoruz. Bu seçkin denizci, çevrelendiğimiz mavi vatana hükmeden donanmaya tertemiz üniformasını taşıdığı 30 yıl boyunca hayat ve enerji verdi. Yüzlerce Cem Çakmak yetiştirdi. Donanma ve Mavi Vatana sadakat ve şerefle hizmet etti. Kutsal Türk sancağını Akdeniz’de, Atlantik’te gururla dolaştırdı. Onu yeni bir seyre, sonsuzluk okyanusundaki seyrine uğurluyoruz. Bu seyirde yeni varış limanı cennet olan Amiralimizi, Mustafa Kemal’in yanına uğurlarken iyi bir evlat, iyi bir kardeş, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir denizci ve iyi bir insan olarak ailesine, Bahriyeye ve ülkemize sağladığı tüm değerler önünde takdir ve saygı ile eğiliyorum. Devletimizin ve Deniz Kuvvetlerimizin özenle yetiştirdiği bu seçkin evlada Tanrıdan rahmet dilerken, yakın aile fertleri ve akrabalarına, sınıf arkadaşlarına, dostlarına ve Silahlı Kuvvetlerdeki silah arkadaşlarına en derin taziyelerimi sunuyor, sabır ve metanet diliyorum. O, Cumhuriyet Donanmasının, her seyrinde pruvasında tutabileceği gökte bir yıldız olarak, kalplerimiz ve ruhlarımızda daima yaşayacaktır. O mavi sonsuzluk okyanusunda ışıldarken, ona kumpas kuranlar ve kumpasa sessiz kalanlar, ilelebet karanlığa mahkum olacaktır.
Onun Adını En Yeni Savaş Gemisine Verin. Cumhuriyet Donanması bu kaybı, bu vakitsiz ölümü asla unutmayacaktır. Unutturmayacaktır. Onun tertemiz ismi, Donanmanın en yeni MİLGEM sınıfı korvetine verilmeli ve ismi ile bütünleşen direniş ruhu, sadece o korvete değil tüm donanmaya örnek olmalıdır.