25 Ekim 2015 Pazar

ABD Deniz Kuvvetlerinin Güney Çin Denizindeki Politika Değişikliği

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan

Amiral Cem Gürdeniz
ABD Deniz Kuvvetlerinin  Güney Çin Denizindeki Politika Değişikliği
Eylül ayı ortasında ABD Pasifik Kuvvetleri Komutanı Oramiral Harris, Senato’da yasama çalışmasıyla ilgili bir oturuma davet edildi ve Çin deniz gücü hakkındaki görüşlerini açıkladı. Şahin ve maceracı kişiliği ile tanınan Amiral Harris, Senatodaki konuşmasında Güney Çin Denizindeki adalarda Çin Deniz Kuvvetlerinin üç ayrı hava alanı inşa etmesinin ve adacıkları askerleştirmelerinin ciddi  endişelere neden olduğunu ve bölgedeki tüm ülkelere tehdit teşkil ettiğini açıkladı. Ayrıca ABD Deniz Kuvvetleri unsurlarının (savaş gemisi ve uçaklar)  gerçekte doğal ada olmayan (üzerinde hava alanı olan suni adacıkları kast ediyor) söz konusu oluşumlar üzerinde uçuş ve seyir serbestisini kullanması gerektiğini vurguladı.

ABD’nin Rota Değişikliği. Böylelikle bir asker, yasamanın en üst kurumu olan Amerikan Senatosundaki siyasetçilere, gelişen Çin deniz gücüne karşı gerekirse güç kullanılması gerektiğini tavsiye etmiş oldu. Amiral Harris’in bu açıklamalarına Çin Dışişlerinden sert bir yanıt geldi. Sözcü Hong Lei, Çin’in bu yorumlardan son derece endişelendiğini ve ülkesinin seyir serbestisi adına egemenlik ve güvenliğine karşı oluşabilecek  gelişmelere karşı koyacağını açıkladı. Bu açıklamalardan yaklaşık 3 hafta sonra da, bu kez ABD Pasifik Donanma Komutanı Oramiral Scott Swift, Sidney/Avustralya’da katıldığı bir Deniz  Kuvvetleri konferansında medya önünde dolaylı bir şekilde Çin Deniz Kuvvetlerini uyardı. Amiral Swift konuşmasında Çin’in adını açık olarak vermese de, ‘’Bazı devletler denizlerin serbestiyetini istedikleri zaman kaldırabilecekleri ya da kendi iç hukuklarına göre düzenleyebilecekleri şeklinde görüyorlar ve uluslararası hukuku yeniden yorumluyorlar...Bazı devletler kendi Münhasır Ekonomik Bölgeleri içinde açık denizlerin serbestiyetini kısıtlayacak ve deniz hukuku ile uyumlu olamayacak tarzda, karasularındaki  haklara benzer uygulamalar içine giriyorlar...Basit izah edeyim. Biz bütün dünya ülkeleri için denizlerin serbestiyetini kullanmaya devam edeceğiz. Zira bu sorumluluktan ve yükümlülükten kaçmanın tek bir ülkenin deniz çıkarlarından çok daha fazlasını risk altına alacağını geçmiş acı tecrübelerden biliyoruz.’’
Başka Amerikan yetkilileri de Çin’in söz konusu devlet uygulamalarını eleştirirken, ABD Donanmasının Güney Çin Denizinde daha fazla varlık göstereceğini deklare ettiler. Çin ise kendi uygulamalarının düşmanca bir hareket olmadığını, tamamen egemenlik hakkı olarak kullanıldığını açıkladı. Ayrıca ABD’ye Güney Çin denizinde kışkırtmalarda bulunmaması ve donanma varlığını artırmaması ikazında bulundu.

Amerikan Amiralleri Neden Konuşuyor? Bu açıklamalar, son yıllarda alışılan Amerikan pratiğinin dışına çıkıldığının bir göstergesini oluşturuyor. Amerikalı amiraller gerek Kongrede gerekse askeri ortamda Çin’i rakip gösterecek açıklamalardan özellikle kaçınıyorlardı. ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı bir ay önce değişti. Eski Komutan Amiral Greenert, Çin’i değil eleştirmek neredeyse her altı ayda bir  Çinli muhatabıyla bir araya geliyordu. Yeni Komutan Amiral Richardson, her iki Amirale yetki vermese bu konuşmalar yapılamazdı. Söz konusu iddialar Güney Çin ve Doğu Çin Denizlerinin  ihtilaflı sularındaki  Çin devlet uygulamalarına bir ikaz olarak değerlendirilmelidir.  Ayrıca küresel çapta her cephede geri çekilme içinde olan ABD, asıl ağırlık merkezi olan Pasifik cephesinde asla bir geri çekime olmayacağı mesajını da vermeye çalışıyor.

Rus-Çin işbirliğine karşı Japonya ile gövde gösterisi. Bu söz düellosunun tam ortasına Rus Hazar Filotillasının tarihsel önemdeki 7 Ekim 2015 günü gerçekleşen gezgin füze saldırısı oturdu. Daha da ilginci geçen 12 Ekim 2015 günü Japonya Çin’e karşı büyük bir gövde gösterisi olarak Japon Deniz Kuvvetleri Gününde 40 parça savaş gemisinin katıldığı büyük bir donanma resmi geçidi icra etti. Daha da ilginci her üç yılda bir tekrar eden bu resmi geçitte bölgeye yeni gönderilen ABD’nin en yeni uçak gemilerinden USS Ronald Reagan da yer aldı. Japon Başbakanı Abe, tören sırasında Amerikan uçak gemisine geldi. Bu tarihsel bir ilk oldu. Gemiler geçidine Japonya’nın bölgesel rakibi Güney Kore de bir savaş gemisi ile katıldı. Eylül ayı içinde Japon Parlamentosu meşru müdafaa dışında savunmayı kısıtlayan anayasal düzenlemeleri değiştirmiş ve ‘’Japonya saldırıya uğramasa bile, diğer ülkelerle savunma işbirliği yapabilir düzenlemesini getirmişti. Böylece, Japonya’nın Amerikan çıkarları uğruna Pasifik’te çok daha esnek ve dinamik şekilde kullanılmasının yolu açılmıştı.

ABD Pasifik’te yığınaklanıyor. Tüm bu gelişmeler,  Obama yönetiminin Asya Pasifik Bölgesine verdiği önemin de bir göstergesi. İran ile anlaşma sonrası, ilk kez Basra Körfezinde Amerikan uçak gemisi bulunmuyor. En ciddi Amerikan dergileri ve gazeteleri ‘’Ortadoğu’da ABD Barışı bitti’’ başlıkları atabiliyor. Tüm bu gelişmeler Pasifik cephesinde durumun çok ciddi boyutlarda geliştiğini gösteriyor. O nedenle Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki gelişmelerle Rusya’nın Ortadoğu’daki oyuna aktif girişindeki zamanlamaya Güney ve Doğu Çin Denizindeki gelişmeler perspektifinden bakmakta yarar var. Zira, ABD’nin acelesi var. Pasifik bekleyemez. Ortadoğu’da Kürt koridoru ne kadar hızlı oluşursa, Amerikan kaynaklarının Çin’e ve Rusya’ya karşı Pasifik te konuşlandırılması o kadar hızlı olur. Aksi takdirde Ortadoğu’da oyalanan ABD Pasifikteki çıkarlarını kaybeder ki bu aynı zamanda hegemonyanın el değiştirmesidir.


18 Ekim 2015 Pazar

Rus Tomahawk’ları

Description: IMG_0131 


Mavi Vatan

Amiral Cem Gürdeniz
Rus Tomahawk’ları

İki hafta önce ‘’Okyanuslarda Taşlar Yerinden Oynuyor ‘’başlıklı bu köşede yayımlanan yazımı aşağıdaki gibi bitirmiştim:
‘’Rusya’nın Ortadoğu’da aktif olarak muharip harekata giriştiği yeni dönemde okyanuslarda da küresel dengeler ağır ağır değişiyor. Ne Çin, ne de Rus donanmaları henüz ABD Donanması ile açık denizde bir hesaplaşmayı göze alabilir.  Ancak her iki donanma sahip oldukları denizaltılar ve füzeler ile ABD Donanmasına ve çıkarlarına büyük zarar verecek yetenektedir. Benzer şekilde ABD Donanması artık hiç bir koşulda Rusya ve Çin ana karasına yakın denizlerde, bir savaşı başlatma inisiyatifini göze almayacaktır. Gelişmeler, Rusya’nın, Amerikan çıkarlarına Suriye örneğinde olduğu gibi geri planda nükleer kartı kullanarak meydan okumaya devam edeceğini gösteriyor. Çin’in  yeni küresel oyuncu olarak çevre denizlerinden okyanuslara çıkışı ile dünya yepyeni bir döneme giriyor. Bu durum ABD’nin küresel hedef ve politikalarına karşı yeni bir kontrol ve denge durumu yaratacaktır.’’
Rusya’nın Hazar Saldırısı Dönüm Noktasıdır. Bu makaleden 3 gün sonra 7 Ekim 2015 günü, Rusya, Hazar Denizi Filotillasına ait Gepard sınıfı firkateyn ve Buyan-M sınıfı korvetlerden Suriye’deki IŞID mevzilerine 26 adet Kalibr-NK (Klub K) (NATO tanımı ile SS-N-30-A) gezgin (cruise) füzesi fırlattı. Bu harekat, stratejik, operatif, taktik ve teknolojik perspektifte günümüz koşullarında çok önemli bir  dönüm noktasıdır. Rusya için büyük bir meydan okuma, Atlantik cephe için büyük bir stratejik baskındır. Rus Savunma Bakanlığı, Rakka, Idlib ve Halep yakınlarındaki hedeflere gerçekleştirilen bu füze taarruzunu basın açıklaması ile duyurdu. Ses hızı altında (sub-sonic) yaklaşık 900 deniz millik bir uçuş sonrası gerçekleşen bu saldırı ile Rusya ilk kez –üç ülke ile koordinasyon gerektiren- büyük çaplı bölgesel konvansiyonel güç intikal yeteneğine sahip olduğunu ispatlamış oldu. Böylece, 17 Ocak 1991 gecesi Bağdat’ı vuran Amerikan ‘’Tomahawk’’ füzelerinin yarattığı psikolojik etkiyi, 24 yıl sonra kimsenin beklemediği bir cepheden –Hazar Denizinden –gerçekleştirmiş oldular. Zira Hazar Filotillası bugüne kadar deniz stratejistlerinin pek de dikkate almadıkları genelde sahil güvenlik ve kıyı savunma görevlerine yönelik kuvvet yapısına sahipti.
Rusya ‘’cruise’’ füze  teknolojisinde ABD’yi yakaladı. 19 Ağustos 2015 günü Amerikan Savunma Bakanı Ashton Carter, Rusya’nın yeni geliştirilen denizaltılardan ve suüstü gemilerinden atılabilen SS-N-30 füzeleri ile Avrupa’ya büyük bir tehdit oluşturduğunu açıklıyordu. Pentagon yetkililerinin Hazar Denizi akıllarına hiç gelmemiş olsa gerek,  Ağustos ayında yapılan değişik açıklamalarda bu füzenin Karadeniz’den kullanıldığı takdirde bir çok NATO ülkesine tehdit oluşturacağına vurgu yapılmıştı.  Rusya kendinden emin bir şekilde 3 metre (CEP-Circular Error Probable) hata değeri olduğunu deklare ettiği füzelerin atışını, Amerikan usulü ile görüntülü olarak yayımladı.  
Bölgesel ve Kıtasal Konvansiyonel Harekat İcra Yeteneğinin İlanı.  ABD’nin bu füzelerin altısının İran’da düştüğü iddiasına karşı yanıt üst düzey İran yetkililerinden geldi ve yalanlandı. Aslında bu iddia doğru olsa bile stratejik açıdan pek önemi yok. ABD Tomahawkları arasında, her iki körfez savaşında ve diğer müdahalelerde hatalı seyreden ve sivillerin kaybına yol açanlar olmuştu. Burada önemli olan Rus füzelerinin Suriye’de yarattığı taktik ya da operatif etki değil. Burada önemli olan Rus deniz gücünün Hazar Denizi gibi hava savunma şemsiyesinin tam olarak sağlandığı bir ortamdan, 2500 km yarıçaplı bir alanda istediği noktaya ateş gücünü 3 metre hata ile intikal ettirebilme yeteneğinin dünyaya ilan edilmesidir. Aynı durum artık Pasifik’te Okhotsk Denizi ile Karadeniz ve Baltık Denizi (Kaliningrad Oblast kıyıları) için de söz konusu olabilecek. Hava savunma şemsiyesinin koruması altındaki suüstü gemilerinden ve denizaltılardan atılabilecek gezginci füzelerle Avrupa güvenliği ve Pasifik güvenliğinde (özellikle Japonya’ya karşı) konvansiyonel caydırıcılıkta yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. Diğer yandan İran, Irak ve Suriye hava sahalarında karışlıklı müdahalenin  (deconfliction) önlenmesine yönelik eşgüdüm dikkat çekicidir. Çin’in Amerikan uçak gemilerini hedef alan -neredeyse gezginci füzeler kadar hassas hedefleme yeteneğine sahip - DF 21 balistik füzelerinden sonra Rusların SS-N-30-A füzeleri, tarafların deniz stratejisinde ciddi değişiklikler yaratacaktır. Artık ABD’nin Tomahawk tekeli kırılmıştır.
Lloyd George’a Sorun. Türkiye’de 10 Ekim günü patlatılan Ankara bombasının Akdeniz’de kıyısı olan bağımsız Kürdistan sürecini hızlandırmak için yapıldığı jeopolitik bir sonuçtur. Rus, İran ve Suriye ittifakı güçlenip, batı etkinliği azaldıkça Türkiye’de terör artıyor. Ankara katliamı ile aynı zamanlarda İran’ın -BM ile 20 Temmuz 2015’de vardığı Nükleer Antlaşmanın hilafına- uzun menzilli hassas hedefleme özelliğine sahip EMAD balistik füzesini başarıyla denemiş olması da en az Rusya’nın Hazar füzeleri kadar emperyal iradeyi rahatsız eden gelişmeler arasındadır. Ortadoğu ile ilgili bir Amerikan sitesi olan Middle East Forum’da, David P. Goldman isimli yazarın baklayı ağzından çıkardığı makalenin, Albay Ralph Peters’in 9 yıl önce Amerikan Ordu Dergisinde yayınladığı ’’Kan Sınırları’’ isimli makaleden farkı yok. Onun devamı özelliğinde. Peters, Anadolu’nun doğu ve güneyini Ermenilerle Kürtlere bırakıyordu. Goldman de BM gözetiminde Güneydoğu Anadolu’da bir plebisit yapılmasını ve Kürtlerin ayrılmasını talep ediyor. Ne diyelim. Lloyd George’un ruhunu çağırıp bir de ona sorsunlar.  Bu arada Woodrow Wilson’u da unutmasınlar.






11 Ekim 2015 Pazar

Aramızdan Ayrılışının 28’nci Yılında Amiral Korutürk





Aramızdan Ayrılışının 28’nci Yılında Amiral Korutürk

            Yarın Cumhuriyetin 6’ncı Cumhurbaşkanı ve 3’ncü Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Fahri Korutürk’ün aramızdan ayrılışının 28’nci yıldönümü. Ankara’da Devlet Mezarlığında ve bilahare Deniz Kuvvetleri Komutanlığında yapılacak törenlerle anılacak. Eski semti Moda’da da onun hatırası sabah yapılacak bir törenle canlı tutulacak.
                  Amiral Korutürk, Türk denizciliğinde ilkeli, seçkin ve erdemli kimliği ile bizim neslimiz dahil binlerce denizciye örnek olmuş bir şahsiyettir. Denizci, diplomat, devlet adamı ve aile reisi kimliği ile gelecek kuşaklara ışık tutmuş, rota çizdirmiştir.
                  Sarsılmaz bir Atatürkçü. Korutürk, soyadının -1935 yılında Karpiç’te bir akşam yemeği tesadüfü sonucunda - Atatürk tarafından verilme onurunu her zaman taşıdı. Atatürk, Türk devrimlerini koruma sorumluluğunu gençlere devretmesinin bir işareti olarak, ona Korutürk soyadını önermişti.  O bu sorumluluğuna Türkiye’nin denizcileşmesi ve Deniz Kuvvetlerinin güçlenmesi hedeflerini de ekledi. Bu ideallere her zaman sadık kalmış bir deniz subayı ve amiral oldu. Mustafa Kemal’in sadık bir evladı olarak onun ‘’ Mükemmel ve kaadir ve bir donanmaya malik olmak gayedir’’ direktifine ve ‘’Denizciliği Türkün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız’’ hedefine daima bağlı kaldı.
                   Denizaltıcı Korutürk: Onun denizci kimliği suların altında gelişti. 1923 yılında teğmen olarak katıldığı donanmada 1927 yılında denizaltıcı oldu. Çok seçkin isimlerle Cumhuriyet Donanmasının en stratejik gücünün temelini atan neslin öncülerinden oldu. Bahriye kariyerinde en zor olanı seçti. Denizaltının gelecekte Türkiye’nin dahil olabileceği bir harpte, dayanabileceği ve güvenebileceği en etkin ve gelişmiş silah olduğunu biliyordu. Gemi komutanlığından, filo komutanlığına, komodorluğundan Deniz Kuvvetleri Komutanlığına kadar bu filonun gelişmesine çok büyük katkılarda bulundu.
                  Diplomat Korutürk. Onun diplomat ve devlet adamı kimliği tarihin yaratıcılığı ile şekillendi. 33 yaşında Cumhuriyet’in Lozan’dan sonra en önemli dış politika zaferi olan Montreux Boğazlar Sözleşmesinin müzakeresine katılan  heyet içinde yer aldı. Bu şanlı diplomasi zaferi ile 500 yıldır hakimiyetimizde olan Türk Boğazlarının 13 yıllık bir ayrılıktan sonra geri alınması, onun genç zihninde Kemalist yüceliği daha da büyüttü. Atatürk ve devrimci cumhuriyet hayranlığı daha da büyüdü.
                  II. Dünya Savaşı sırasında 39 yaşında Almanya’da ataşelik görevindeydi. Almanya’nın Boğazlardan Karadeniz’e Montreux Sözleşmesi hilafına denizaltı geçirme taleplerine ustaca göğüs gerdi. 47 yaşında Amiral, 54 yaşında Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu. Amirallik dönemi 27 Mayıs 1960 sonrası emeklilikle noktalandı ve çok sevdiği Deniz Kuvvetlerinden ayrılmak zorunda kaldı. İhtilal Hükümeti başta onu Dışişleri Bakanı yapmak istediyse de Büyükelçi Selim Sarper’in tavsiyesi üzerine karacı hakimiyetindeki MBK tarafından Moskova Büyükelçisi olarak görevlendirildi. Soğuk Savaş atmosferine ve Küba Füze Krizi gibi önemli olayların yaşanmasına  rağmen Türk-Sovyet ilişkilerinin geliştirilmesinde büyük katkısı oldu.
Cumhurbaşkanı Korutürk. 1973 yılında Türkiye’nin ilk ve tek Amiral Cumhurbaşkanı oldu. 1980’e kadar devam eden görevini zor şartlar altında icra etti. Bu dönemde Kıbrıs Barış Harekatının yapılmasına 16 Temmuz 1974 günü yapılan MGK toplantısında büyük destek vermesi tarihi kayıtlarda şu şekilde yerini almıştır: ‘’Beyler Kıbrıs Türklerini korumak için bir şeyler yapmak istiyorsanız, sırası şimdidir. Eğer şimdi yapmazsanız bir daha hiçbir zaman yapamazsanız.’’ Korutürk’ün bu dönemi Ermeni terörü, bitmek bilemeyen hükûmet krizleri, koalisyonlar ve iç savaş aşamasına gelen kardeş kavgası ile geçti. Devletin laikliğinden milim taviz vermedi. Türk-İslam sentezi denilen anti Kemalist siyasete karşı çıktı. Karacı hakimiyetindeki yüksek askeri komutanlığın 12 Eylül 1980 darbesinin ayak izlerini 1979 Aralık ayında bir muhtıra ile yaşadı. Bu muhtıraya kendisinden beklenen en uygun sivil cevabı verdi.
Erdem Sahibi Korutürk. Farklıydı. Centilmendi. Kültürlüydü. Dürüsttü. Demokrat  ve uygardı. Gerçek bir Hanımefendi olan ressam eşi Emel Korutürk ile sanata ve sanatçıya düşkündü. Devleti kişisel zenginlik ve güç aracı olarak asla kullanmamıştı. 7 yılık Çankaya görevinde iki oğlu ile kızının köşke belediye otobüsü ve dolmuş ile gidip gelmesi onun kişiliğinin evlatlarındaki bir yansımasıydı. Korutürk kısacası, kişiliğinden gelen  erdem, zarafet ve asaleti devlet ciddiyeti ile buluşturmayı hayata geçirebilen az sayıda devlet adamlarından birisi oldu. Hayatı boyunca iki kaynaktan gücünü aldı. İlki Atatürk’ün evladı olmak; ikincisi Türk bahriyelisi olmak.
Nur içinde yatsın. Önünde saygıyla eğiliyorum.


4 Ekim 2015 Pazar

Denizlerin Diplerinin Önemi, Karaların Önüne Geçiyor

Description: IMG_0131 
Mavi Vatan
Amiral Cem Gürdeniz
Denizlerin Diplerinin Önemi, Karaların Önüne Geçiyor
Dünyanın nüfusu sanayi devrimi sonrası hızla arttı. 1820 yılında bir milyar olan küresel nüfus 1973 te 3 milyar, günümüzde 6,5 milyar oldu.  Bunun 2,5 milyarı Çin ve Hindistan’a ait.  Günümüzde her 15 yılda bir, dünya nüfusu 1 milyar insan artıyor. Bu durum devam ederse 2025 yılında dünya nüfusu 8,5 milyar olacak. Dünyanın mevcut kaynakları kapsamında bu durum ciddi sorunları berberinde getiriyor. Mevcut neo-liberal ekonomi politikaları ve küreselleşme gölgesinde, ekonomik sosyal ve çevresel kriz ve savaşlar kaçınılmaz şekilde insanlığın karşısına çıkıyor. Zira kaynaklar hem kıt, hem de vahşi kapitalizmin küresel hırsı kontrol altına alınamıyor. 1980’ler sonrası küreselleşme şemsiyesi altında uygulanan neo-liberal politikalar sonucu kaynakların tüketimi daha da hızlandı. Bu durum jeopolitiği etkileyecek kadar ciddi sonuçlar yaratıyor. Özellikle Çin ve Hindistan’da orta sınıfın gelişmesi, otomobil sayısının artması gibi pek çok alanda tüketim paternlerini değiştiriyor. Daha çok su, daha çok gıda, daha çok tekstil ve daha çok enerji ihtiyacı dünyanın her alanında karşımıza çıkıyor.
Petrol Azalıyor. Tüm alanlar içinde şüphesiz en öncelikli olan alan enerji. Burada da petrol ve doğal gaz karşımıza çıkıyor. Endüstriyel medeniyet petrolle 1800’lerin sonunda tanıştı. Ancak aradan henüz 150 yıl geçmeden karalardaki çıkarılabilir petrol kaynaklarının çoğu tüketildi. Yani atalarımızın milyonlarca yıl tüketmeden sakladığı petrolü çok değil, 3-4 insan nesli tüketme aşamasına getirdi. Hidrokarbon kaynakları bugün küresel ulaştırmanın yüzde 85’i ile elektrik üretiminin yüzde 25’ini sağlıyor. Gıda endüstrisinde özellikle gübre üretiminde yoğun kullanılıyor. Ayrıca tekstilde kullanılan sanayii hammaddelerinin pek çoğu petrol ve yan ürünlerine bağlı. Dolayısıyla sadece arabamızın benzinini yakarak değil, yediğimiz ve giydiğimizle bile petrol harcıyoruz. Sorun da tam burada başlıyor.
Denizler asıl mücadele alanına dönüşüyor. Karada bilinen rezervlerde petrol tepe (peak) yaptığından artık yeni alanlarda petrol aramak gerekiyor. Bu da büyük yatırım gerektiriyor. (Kabaca 25 trilyon dolar) ABD’nin Ortadoğu müdahaleleri ile Ortadoğu ve Afrika’daki pek çok iç savaş ve Kuzey Buz Denizi, Doğu Akdeniz, Güney/Doğu Çin Denizi ve Japon/Kore Denizlerindeki  deniz yetki alanı ihtilaflarının altında bu gerçek yatıyor. ABD’de kaya gazının ve kaya petrolünün endüstriye kazandırılması da bu yönelişi etkilemiyor. Zira kaya gazı ve petrolün çıkarılmasıyla, normal petrol ve doğal gaz çıkarılması arasında yatırım maliyeti ve idame masrafları açısında çok ciddi farklar var.  Bu nedenle dev şirketler ve etki alanındaki devletler geleneksel hidrokarbon kaynak alanları ve denizlerdeki kaynaklara yönelişi sürdürüyor.
Deniz Dibi Madenciliği Gelişiyor. Devletlerin denizcilik gücüne özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısından sonra katılan bir alan  deniz diplerinin altındaki hidrokarbon kaynakları başta olmak üzere, her türlü madenin su üstüne çıkarılmasını sağlayan deniz dibi madenciliği (Seabed mining) oldu. Günümüzde bu sektör, devletleri savaşa zorlayacak büyüklükteki çıkarların yoğunlaştığı bir alana dönüştü. Bu nedenle başta Doğu ve Güney Çin Denizleri ile Doğu Akdeniz ve Kuzey Buz Denizi’ndeki zengin kaynak potansiyeli bilinen sondaj alanları, günümüzün yeni altın madenleridir. 1960 yılında ilk modern deniz sondaj platformları geliştirildi. Sadece ABD firmalarının deniz dibi madenciliği için yaptığı yatırımların toplam değeri günümüzde bir trilyon dolar civarındadır. Bu sektör içinde hidrografi, oşinografi, jeoloji, sismoloji, metalürji ve sanayinin birçok kolu iç içe geçmiş haldedir. 2010 yılı itibarıyla, dünyada tüketilen petrolün kabaca % 30’u, doğal gazın % 50’si denizlerden çıkarıldı. Başlangıçta 400 metre derinliğe kadar olan sahalarda çıkarılırken 1985 sonrası bu limitler de aşıldı. 2000 yılından itibaren derinlik limiti ortadan kalktı. 2009 yılında ABD’de 1.500 metreden daha derin deniz dibindeki kuyulardan elde edilen petrol miktarı % 34 oranında arttı. Günümüzde 11.000 metrede kuyu açmak mümkün hale geldi. Bazı istatistiklere göre, 2020 yılında küresel temelde günlük üretilen petrolün % 10’u 400 metreden daha derinlerde açılan kuyulardan sağlanacak.
Gelecek nesillerin ödeyeceği bedel. Diğer yandan Japonya’daki 2011 Takashima nükleer santral faciasından sonra gelişmiş devletlerin nükleer santralları kapatmaya başlamasıyla birlikte, denizlerdeki enerji kaynaklarının önemi daha da arttı. Günümüzde artık sadece hidrokarbon kaynakları değil, özellikle bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinde yoğun olarak kullanılan nadir metallerin (rare earth metals) de deniz diplerinin altındaki tabakadan çıkarılma aşamasına gelindi. Bu durum denizlerin değerini daha da arttırıyor. Bu gerçekler ışığında Türkiye’nin halkı ve devleti ile denizler ve diplerinin önemini kavramasını beklememiz gerçekçi olur. Ancak olgular bu yönde değil. Bırakalım diplerini denizin kendisine bile çok uzağız. Halkımız ve hatta aydınlarımızın çoğu, Deniz Kuvvetlerine devlet desteği ile kurulan kumpasın ardındaki nedenlerden birinin, Doğu Akdeniz enerji paylaşımı olduğunu bilmiyor. Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesinde Türkiye’nin Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz ve Askeri Casusluk kumpas davaları ile oyun dışına itilmesinin bedelini, dilerim gelecek nesiller ağır ödemez.