22 Mayıs 2016 Pazar

Pentagon’un Senelik Çin Silahlı Kuvvetleri Değerlendirmesi





Pentagon’un Senelik Çin Silahlı Kuvvetleri Değerlendirmesi
                 

                  26 Nisan 2016 tarihinde ABD Savunma Bakanlığı, senelik Çin askeri değerlendirme raporunu kongreye sundu. Raporun tasnif dışı kısmı kamuoyu ile paylaşıldı. Raporu deniz jeopolitiği ve deniz stratejisi perspektifiyle incelediğimizde karşımıza şu tablo çıkıyor.

Çin’in Ordu Reformları. 2015 yılından sonra Çin Halk Kurtuluş Ordusu topyekun  reformlara tabi oldu. Bu reformların asıl amacı Çin Komünist Partisinin ordu üzerindeki kontrolünü yükseltmek, müşterek harekat yeteneğini geliştirmek ve anavatandan uzak bölgelerde kısa süreli ancak yüksek yoğunluklu bölgesel çatışmalardaki savaş yeteneğini artırmaya  odaklıydı. Bu sürece Çin yönetiminin büyük önem verdiğini vurgulamak gerekir. Başkan Xi Jinping ve üst düzey yöneticiler, Çin’in büyük güç statüsü kazanmasını ve Çin Rüyasının gerçekleşmesi için Halk Kurtuluş Ordusunun güçlenmesinin esas olduğunu her ortamda vurguluyorlar. Bu statüde Çin’in çıkarlarını geliştirmesi, diğer ülkelerin Çin çıkarlarına engel olmasının önlenmesi ve Çin’in kendini ve egemenlik iddialarını savunması hedefleniyor. Rapora göre Çin, 2015 yılı boyunca Güney ve Doğu Çin Denizlerinde egemenliği tartışmalı ada adacık ve kayalıklar üzerindeki hak iddialarını devam ettirdi. Doğu Çin Denizinde Japonya ile Diayou adacıkları üzerindeki egemenlik tartışmasını yoğunlaştırırken, Güney Çin Denizinde özellikle Spratly Adaları bölgesinde 1600 hektarlık suni adacıklar geliştirmesiyle daha baskın bir strateji uyguladı. Bu suni alanların her ne kadar deniz yetki alanı olmasa da, bu adacıklar üzerinde kurulacak askeri kolaylıklar, Güney Çin Denizindeki varlığını güçlendirecektir.

ABD ile Savaş İstenmiyor. Rapor Çin’in egemenlik iddialarında sert bir tutum takınmasına rağmen ABD ile doğrudan bir çatışmayı göze alamayacağına da vurgu yapıyor. Bir çatışma durumunda Çin’in, mevcut ekonomik istikrarın büyük yara alacağını ve bu durumun iç barışı etkileyeceğini değerlendirdiği kabul ediliyor. Bu nedenle her iki deniz alanında Çin’in donanmaya bağlı gemiler ve uçaklar yerine, kanun uygulayıcı sahil güvenlik komutanlığı ve benzeri devlet gemilerinin deniz ve hava araçları ile silahlı çatışma eşiğinin altında taktik önlemler üzerinden egemenlik iddialarını sürdüreceği belirtiliyor. Bu kapsamda Çin’in stratejik bir kışkırtmaya girişmeyeceği değerlendiriliyor. Çin’in uzun dönemde rakip devletlerin güç intikal yeteneklerinin kullanımını caydırmayı, kullanılması halinde yok etmeyi ve gerekirse başta ABD olmak üzere üçüncü tarafların müdahalesine karşılık verebilmeyi hedeflediği belirtilen raporda, ABD’nin  teknolojik avantaj sağlayan alanlarını dengelemeye  yönelik askeri modernizasyon projelerine ağırlık verdiği belirtiliyor.

Öncelik Tayvan. Çin’in birinci önceliği Tayvan’da yaşanacak bir çatışmaya verirken, ek vazife alanları olarak Doğu ve Güney Çin Denizleri ve Kore yarımadası gösteriliyor. Çin’in uluslararası çıkarları ve etki alanı genişlettikçe uzak denizlerde güç intikali, deniz ulaştırma rotalarının korunması, deniz haydutluğu ile mücadele, barışı koruma ve insani yardım/afetlere müdahale harekat yeteneklerini artıracak kuvvet ve alt yapı geliştirmeye devam edeceği belirtiliyor. Örneğin Cibuti’de Çin donanmasına ileri üs geliştirme faaliyetleri bu kapsamda ele alınıyor. Çin’in silahlanmada gezginci (cruise), kısa ve orta menzilli balistik füzeler ile yüksek performanslı savaş uçakları, bütünleşik hava savunma, bilgi harekatı, amfibi ve hava saldırı yeteneklerini geliştirmesinin hedeflendiği değerlendiriliyor. Bu kapsamda ayrıca karşı uzay harekâtı, taarruzi siber ve elektronik savaş da geliştirilen yetenekler arasında.

Yolsuzluk büyük zafiyet. Pentagon raporu, Çinin zayıflıkları üzerinde de değerlendirmelerde bulunuyor. En önemli sorun olarak yolsuzluk gösteriliyor. Başkan Xi göreve geldiğinden bu yana 40’tan fazla  üst düzey asker görevden alındı. Diğer bir endişe de son 30 yıldır hiç savaşmayan Çin silahlı kuvvetlerinin gerçek bir krizde nasıl bir performans sergileyeceği konusundaki endişeler. Rapor, Çin’i kışkırtacak bir üslupla yazılmamış. Raporun önemli bir bölümünde küresel çapta ABD ve Çin ortak çıkarları korunurken görüş ayrılığı ve rekabet yaşanan alanların yapıcı bir şekilde yönetilmesi gerektiğinin altı çiziliyor. ABD ve Çin arasında askeri temasların her seviyede artırılması istenirken, bu şekilde Çin Silahlı Kuvvetlerinin havada ve açık deniz alanlarında hesapsız tırmanmalar ve kazalara neden olma potansiyelinin aşağıya çekilmesinin hedeflenmesi tavsiye ediliyor.
Değerlendirme: Çin’in 2014’de Liaoning isimli uçak gemisini hizmete sokması, Güney Çin Denizinde suni adacıklarda askeri tesisler yapmaya devam etmesi, Pasifik ve Hint Okyanuslarında  nükleer/konvansiyonel denizaltı karakollarını başlatması, geçen yıl Alaska açıklarında Aleutian Adaları civarında savaş gemisi grupları bulundurması  aslında Pentagon şahinlerini çileden çıkardı. Amerikan muhribi, USS Sallen’ın 27 Ekim 2015’de Çin’in, Güney Çin Denizinde Spratly Adalar bölgesinde yaptığı beş suni adacıktan birisi olan Subi’nin 12 mili içinden geçmesi şahinlerin baskısı sonucu gerçekleşti ve aşırı kışkırtıcı bir hareket oldu. Çin, bu geçişe sert bir açıklama  ve takip eden yüksek ateş gücünün kullanıldığı 10 savaş gemisinin ve deniz hava filosunun katıldığı bir bölgesel tatbikat ile cevap verdi. Yani, her iki taraf zaman zaman karşılıklı testler yapıyor. Ancak unutulmaması gerekir ki bu sularda yıllık 5 trilyon dolarlık yük hareketi gerçekleşiyor. Yani küresel ticaretin yüzde 30’u Güney Çin Denizi sularından geçiyor. Bu ticaretin kesilmesinin kazananı olamayacak. Zira ABD ile Çin arasında dakikada 1 milyon dolarlık ticaret söz konusu. ABD bu gerçeğin farkında. Hegemonyanın bu sularda el değiştireceğini de çok iyi biliyor. Eğer bu bir savaşla olacaksa o karar anı, taraflar için ekonomik bir boşanmayı göze alma anı olacaktır. Şu an için ABD zamana oynuyor ve Çin’i kışkırtmadan çevrelemeyi hedefliyor. Bu konuda çok temkinli. Zira iş zora girince bölgede NATO gibi hazır askeri bir ittifak yok.





17 Mayıs 2016 Salı

Kardak ve Koyun Adaları Krizi

Description: IMG_0131 


Mavi vatan
Amiral

Cem gürdeniz

 Kardak ve Koyun Adaları Krizi
                 

                  21 Nisan günü Ege Denizinde Sakız Adası Kuzey doğusunda devlet uygulaması kayıtlarına giren çok önemli bir gelişme yaşandı. Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı TSCG Güven isimli açık deniz arama kurtarma gemimiz Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalık (EGAYDAAK) statüsünde olan Koyun Adaları bölgesinin doğusunda bulunan Paşa Adacığının karasuları içinde bir Yunan Sahil Güvenlik Gemisi tarafından sorgulandı. Yunan Gemi Komutanı TCSG Güven’e Yunan karasularının içinde bulunduğunu ve derhal bu suları terk etmesi gerektiğini telsiz devresinden iletti. TCSG Güven Komutanı da bu suların Türk karasuları olduğunu ve Yunan savaş gemisinin bu suları terk etmesi gerektiğini bildirdi. Bu telsiz görüşmesini Yunan tarafı internete koydu ve Sözcü Gazetesi Yazarı Saygı Öztürk 22 Nisan tarihli gazete köşesinde telsiz konuşmasının tam metnini yayımladı. Karşılıklı tartışmalar 12 dakika sürmüş.
                  Yunanistan bu olaydan son derece rahatsız oldu. 30 Nisan  2016 günü Yunan Sahil Güvenlik Komutanlığı bir basın açıklaması yaptı.   Açıklamada TCGS Güven ile denizde karşılıklı bilek güreşi yaşayan Yunan gemi Komutanına ve bölgedeki diğer gemi komutanına Yunan Denizcilik ve Adalar Politikası Bakanı Thodoris Dritas’ın  teşekkür ettiği belirtildi. İki komutana yönelik olarak Bakan; “Bütün Yunan halkının diriliş mesajından ilham aldığı bir saatte, siz Koyun adaları bölgesinde deniz sınırlarının etkili bir şekilde savunulmasındaki kararlığınızla bize ilham vermektesiniz. Bütün Yunan halkı adına size teşekkür ediyoruz” ifadelerini kullandı. Yunan Dışişleri Bakanlığı da yaptığı bir başka açıklama ile yaşanan olayın Koyun  adasının doğusunda bulunan Paşa adacığının işgal planını ortaya çıkardığını söyledi ve Ankara’ya sert içerikli bir nota verdi. Pronews.gr isimli haber portalına açıklama yapan yüksek rütbeli bir asker de hızını alamamış. Şunları söylüyor:
                  “Türkiye’nin Kardak benzeri bir hareket yapması halinde elimizdekilerle onları vuracağımızdan kuşku duymayın. Ve siyasi liderlikten illa da önceden izin almadan. Buna hakkımız var. Bu son tercih olacaktır, fakat bize başka bir seçenek bırakmamış olacaklardır.”
                  Yunanistan her zaman yaptığı gibi Koyun Adaları olayını BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine, Avrupa Komisyonu’na, NATO’ya ve ayrıca Berlin’e de duyurdu. ABD de krize müdahale ederek, “iyi komşuluk ilişkilerinin ve bölgenin yararına Ege’de istikrarın korunması için Yunanistan ve Türkiye’nin işbirliği yapmalarını teşvik ediyoruz” dedi.
                  Türk Gemi Komutanının bu krizdeki duruşu doğrudur. Söz konusu adacık, Yunanistan’a her hangi uluslararası  bir antlaşma ile devredilmemiştir. Dolayısıyla ada fiilen Yunan işgali altında olsa da Gemi Komutanı karasularındaki hukuki yetkinin Türk devletine ait olduğunun bilincindedir. Paşa Adacığı Kardak’tan farklı değildir. Lozan’da yeni Cumhuriyet, Bozcaada ve Gökçeada gibi Anadolu’ya yakın Boğaz ağzını kontrol eden iki ada dışındaki Boğazönü ve Doğu Ege adalarını, ismen zikrederek Yunanistan’a devretti. İsmen sayılmayanlar hukuken devredilmemiş oldu. 12 Adalar da ismen sayılarak İtalyanlara devredildi. İkinci Dünya Savaşı sonunda 1947 Paris Antlaşması ile İtalyanlar da bu adaları Yunanistan’a devretti. Kâğıt üzerinde her iki antlaşmada ismen zikredilenlerin dışında kalan ada, adacık ve kayalıklar antlaşmalarda belirtilen büyük adaların bağlısı veya bitişik adası konumunda da değil. Dolayısı ile sayıları 152’yi geçen ada adacık ve kayalıkların sahibinin Yunanistan olmadığı açıktır. Karasularının sahibi de Yunanistan değildir.

                  Yunanistan er ya da geç gerçeklerle yüzleşmelidir. Türkiye, EGAYDAAK’ların varlığını, yakın tarihimizde 25 Aralık 1995 günü “Figen Akat” isimli Türk ticaret gemisinin Bodrum-Gümüşlük‘ten 3,8 mil (7 km)  açıkta bulunan Kardak Kayalıklarında karaya oturmasıyla kamuoyunun gündemine getirdi. Kriz, Türkiye’nin  kayalıklar üzerindeki egemenliğini pekiştiren ve geri kalan 151 ada adacık ve kayalıkların Yunanistan tarafından gri bölgeler olarak adlandırılacağı bir durumu ortaya çıkardı. Bu yapıların varlığının teyidi ve Türkiye’nin haklı egemenlik iddiası Milli Güvenlik Kurulu’nun 31 Ocak 1996/379 ve 28 Şubat 1997/405 sayılı kararları ile kamuoyuna ilan edildi. Bu ada adacık ve kayalıkların geleceği, uluslararası hukukun Lozan’ın egemenlik devrini düzenleyen 6’ıncı maddesinin yorumlanması ile şekillenecektir. Haliyle bu durum Yunanistan’ın yumuşak karnıdır. Evet, adalar bugün fiili Yunan işgalindedir. Bu durum hukuksuzdur. Bu yerler üzerindeki Yunan devlet uygulamaları, devlet ve siyaset adamlarının fanatik açıklamaları da sonucu değiştirmeyecektir. Er veya geç uluslararası hakeme götürülecek Kardak kayalıkları üzerindeki egemenliğimizi belirleyen kriterler, Paşa Adacığı dahil, diğer 151 ada, adacık ve kayalık üzerindeki hâkimiyetimizi de belirleyecektir. Sorun kara parçası değildir.  Kardak dışında 151 Ada, Adacık ve Kayalığın (EGAYDAAK) sahip olduğu karasuları ile bunun gelecekte Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı paylaşımına yaklaşık % 6’lık etkisidir. Bu jeopolitik sonuçları olan bir sorundur. Kabadayılıkla, arkasını Avrupa Atlantik yapıya yaslayıp bağırıp çağırmakla çözülmez. Hukukla çözülür ve hukuk Türkiye’nin lehinedir.  Onların en pahalı kol saatleri olabilir ancak Anadolu’nun zamanı var. Amiral Çakabey, 19 Mayıs 1090 ‘da Koyun Adalarında Bizans Donanmasını yendiğinde de zaman Türklerin yanındaydı.





8 Mayıs 2016 Pazar

Karadeniz’de NATO’nun Tehlikeli Oyunu






 Karadeniz’de NATO’nun Tehlikeli Oyunu
                 
                  8 – 9 Temmuz 2016 tarihlerinde Polonya/Varşova’da NATO Zirvesi yapılacak. Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı üzere bu zirvede NATO’nun Rusya’ya karşı uyguladığı Hazırlık Aksiyon Planının (Readiness Action Plan-RAP-2) ikinci safhası tartışılacak. Bu kapsamda ittifakın belirli bölgelerde daimi askeri güç oluşturma ve geliştirme  tedbirleri gündeme gelecek. Plan Rusya’yı kuşatacak yeni operatif ve stratejik faaliyetlerin yolunu açacak. Bu konuda en çok dikkat çeken ve Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri ve hayati çıkarlarını doğrudan etkileyen girişim,  Karadeniz’de NATO ittifakının bir daimi deniz gücü kurması. Bu oluşum 24 Kasım 2015 günü Rus uçağını düşüren Hava Kuvvetlerimizin yarattığı jeopolitik kırılma kadar önemli sonuçlar doğuracak risk ve tehlikeler içeriyor.
Romanya Karadeniz’in Deniz Ortamını Kışkırtmaya Devam Ediyor. Bu fikrin yaratıcısının Romen Cumhurbaşkanı Klaus Iohannis olduğu biliniyor. Buna hiç şaşırmadığımı belirtmek isterim. Bizler 2003-2006 yılları arasında NATO’nun terörle mücadele maskesi altında NATO’nun Akdeniz’de sürdürdüğü  Active Endevour (Etkin Çaba) Harekatını Karadeniz’e genişletme çabalarına engel olmaya çalışırken,  Romanya bunun tam aksine hareket ediyordu. O dönem 2001 yılında kurulan ve başarılı şekilde faaliyetlerini sürdüren BLACKSEAFOR - Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubunun denizde güvenlik harekatına yönlendirilmesi için bir dönüşüm geçirmesi (transformasyon) ve daimi statüye kavuşması girişimine taş koyanlar da Romenler olmuştu. Taze NATO üyesi Bulgarlar da onları takip etmişti.
Türk Deniz Kuvvetlerinin Başarısı. Daha sonra Karadeniz Uyumu Harekatı (KUH), Deniz Kuvvetlerimiz tarafından geliştirilmiş ve Rusya ile Ukrayna’nın katılımı ile son derece etkili olmuştu. Eğer 24 Kasım 2015 günü Rus uçağını düşürmemiş olsaydık, bugün hem BLACKSEAFOR hem de Karadeniz Uyumu Harekatı, Karadeniz’de Montreux Boğazlar Sözleşmesi güvencesindeki göreceli istikrar ve denge ortamının en önemli unsurları olmaya devam edeceklerdi.  
Yeni Girişim Talihsizlikten Ötedir.  Montreux Sözleşmesinin 80’inci yıl dönümüne bir kaç ay kala Karadeniz sahildarı Romenlerin böyle bir teklifle zirveye gelmesi talihsizlikten öte büyük bir kışkırtmadır. Hem Rusya’ya hem de Montreux Sözleşmesine karşı bir kışkırtmadır. Zira işin özünde Montreux ruhuna bir darbe söz konusudur. Henüz karara bağlanmamış olmakla birlikte basına sızan bilgilere göre  daimi deniz gücünü İtalyan, Amerikan, Alman ve Türk savaş gemilerinin oluşturmasının beklendiği iddia ediliyor.  Romenler, Gürcüler ve Ukrayna’nın bu güce daimi statüde gemi vermeyi planladıkları da haberler arasında. Bu ülkelerin daimi bir deniz gücünü idame edebilecek alt yapı ve kuvvet yapısına sahip olmadıkları bilindiği halde ABD’nin bu kışkırtmasına nasıl oluyor da katlanabiliyorlar anlamak mümkün değil. (Gürcistan’ın Deniz Kuvvetleri bile yok.)
Türkiye’nin bu kararı veto etmesi gerekir. Bu konuda  Türkiye adına  henüz karar verildi mi? Bu konu tartışıldı mı? Bunu bilmiyoruz. Ancak birkaç ay önce Ege’ye yasadışı göçle mücadele kapsamında NATO’yu sokma kararını verenler dileriz Türkiye’nin hayati jeopolitik çıkarlarını tekrar zedelemezler. Montreux Sözleşmesinin ruhuna  çok zarar verecek bu girişimde  Deniz Kuvvetlerimizin yer almak istemeyeceğini söylemek asla kehanet olmayacaktır. Zira bu girişim Türk milletinin yüksek çıkarlarına ve Türkiye’nin Karadeniz jeopolitiğine çok büyük ve onarılmaz zararlar  verecektir. Montreux Sözleşmesinin kısıtlayıcı hükümlerine, dünya okyanus ve denizlerinin sadece binde altısı kadar küçük bir alanı kapsayan yarı kapalı deniz statüsündeki Karadeniz’de NATO’nun bu kışkırtması, Rusya gibi nükleer bir gücü 19’ncu yüzyıl ortasındaki Kırım Savaşı dönemi psikolojisine geri götürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu yeni durum küresel ve bölgesel barışa katkı sağlayan ve son  80 yıldır bir barış ve istikrar denizi olan Karadeniz’i Basra Körfezi konumuna sokacak ve Türkiye’nin kuzey jeopolitik ekseninin istikrarsızlaştıracaktır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile bugüne kadar bir denge ve istikrar adası olan Karadeniz, eğer aklı selimle hareket edilmezse maalesef bir rekabet ve silahlanma alanına dönüşecek, son çeyrek asırda küllenen Türk Rus düşmanlığı dış kışkırtmalar nedeniyle eski durumuna dönecektir. Bu durum 21nci yüzyılda Anadolu jeopolitiği için kabul edilemez.
Karadeniz’deki istikrar Türkiye için hayatidir.  24 Kasım 2015 günü duraksamaya uğrayan Karadeniz’de Türk-Rus   deniz işbirliği ortamı, Türkiye’nin son yıllardaki en büyük diplomasi başarısıdır.  Zira Ruslar ve Türkler, Karadeniz deniz güvenliğinde geliştirdikleri işbirliği ve dostluk ile  gerek BLACSKEAFOR ve gerekse Blacksea Harmony harekâtlarında örneklendiği üzere tüm dünyaya örnek olmuşlardır. Soğuk savaşın farklı ve düşman bloklarındaki iki komşu devletin, bölgesel barış ve istikrara katma değer sunmaları dünya tarihinde az yaşanmıştır. 40 yıl sonra bu kadar hızla başarılan bu sonuç, aslında iki tarafın işbirliğine ne kadar açık olduğunu da göstermiştir. NATO’nun daimi deniz gücünü Türkiye’nin onayı ile Karadeniz’e çıkarması zaten kırılganlaşan karşılıklı güven ve dayanışmayı zedeleyecek, gelecekteki manevra alanımızı daraltacak en kötüsü Rusya’yı her cephede Türkiye’ye düşman kılacaktır. Bu hareketin Türk bayrağı çekmiş Alman muharebe gemisi Goeben (sonradan Yavuz) ve Breslau (sonradan Midilli)’nin 29 Ekim 1914 Karadeniz’de Rus Limanlarını bombardımanından farkı olmayacaktır. NATO’nun emrivakilerine dur denmelidir. 21nci yüzyıl jeopolitik ve ekonomisinin gerçekleri  eninde sonunda iki ülkeyi birbirine yaklaştıracaktır. Bundan kaçış yoktur.



2 Mayıs 2016 Pazartesi

Balıkçılığımız nereye gidiyor?






 Balıkçılığımız nereye gidiyor?
                 
                  15 Nisanda balıkçılarımız için avlanma yasağı dönemi başladı. Bu yasak 1 Eylül 2016’ya kadar devam edecek. Ülkemizde balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğinde yaklaşık 50 bin kişi istihdam ediliyor ve 150 bin kişi bu sektörden ekmek yiyor. Bu sektör 2014 yılında 302  bin ton balık avladı ve 237 bin ton balık yetiştirdi. Ancak bu miktarlar bir deniz ülkesi olan Türkiye için çok düşük. Zira fert başına kabaca 6 kilo balık tüketiyoruz. (AB ülkeleri için 24,  Japonya için 90 kilo.) Türkiye’nin tarım alanları kadar balıkçılık alanı olduğu göz önüne alınırsa avladığımız ve çiftliklerde ürettiğimiz miktarlar yetersiz. Ancak denizlerdeki stoklar da neredeyse tükenme aşamasına geldi. Kısaca balıkçılığımızda ciddi sorunlar var.
Dünyada ve Türkiye’de Balık Stokları Bitiyor.  21’nci yüzyılın ilk 16 yılını yaşayan nesiller olarak acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve OECD gibi kuruluşlar,  küresel balık  stoklarının  tükenme  ve  çöküş aşamasına geldiği konusunda hemfikirler. Bu durum bizim için de geçerli. Bunu küresel ısınma, kirlilik ve yan komplikasyonları ile bir arada değerlendirirsek  endüstriyel medeniyetin  ve özellikle 70’ler sonrası uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının doğayı ne denli zorladığı ortaya çıkmaktadır. Bugün dünya balıkçılık yönetiminde aşırı avcılığın ve kayıt dışı faaliyetlerin önlenmesi, stokların iyileştirilmesi, filoların ekonomik işletme seviyesine getirilmesi, av gücünü artırıcı desteklerin engellenmesi, kaynakların bütüncül yönetiminin sağlanması, koruma alanlarının artırılmasına yönelik faaliyetler gündemin en önemli konularıdır.
Azalan Stoklar ve Bozulan Doğal Denge. Türkiye’de balıkçılık ve su ürünleri alanında sorun iki ana alanı içeriyor. Biri kişi başına tüketilen balık miktarı. Diğeri de azalan balık stoklarımız ve bozulan doğa. Birinci sorun ekonomik olduğu kadar sosyolojik inceleme de gerektiriyor. İkinci sorunun temel nedenleri ise aşırı avlanma ile kirlilik. Mavi vatan sularındaki balık stoklarımız azalıyor. Örneğin mavi vatanımızda 2007 yılında 584 bin ton balık avlanmışken, 2014 yılında bu miktar 266 bin tona düştü. 100 yıl önce 230 çeşit balık varken bugün Marmara’da 52 çeşit balık var.  Acı olan, bu gerilemenin yüzyılın son çeyreğinde başlamış olmasıdır. Bugün özellikle   kalkan,   kefal,   kolyoz, lüfer,   ve uskumru   balıklarının   üretim rakamlarındaki düşüş önlenemiyor.
Araştırma Merkezimiz Yok. Stoklar Bilinmiyor. Sağlıklı ve verimli kaynakları gelecek nesillere bırakmak için öncelikle sahip olduğumuz kaynakların yapısını ve işleyişini iyi bilmek ve değişimlerini izlemek gerekmektedir. Bu alanda Türkiye’de araştırma ve izleme faaliyetleri arzu edilen seviyede değil. Bir ulusal su ürünleri araştırma merkezimiz yok. Çevre denizlerdeki balık stoklarımızı bilmiyoruz. Gerçek av miktarı bilinmiyor. Av baskısı var mı bilinmiyor. Türkiye balıkçılık üretiminde yaşanan değişimin nedenlerinin anlaşılması için tür, kaynak, avcılık filosu ve yönetim önlemlerinin bir arada değerlendirilmesi gerekmektedir. Günümüz bilgi ve iletişim teknolojilerinin insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar doğayı ve insan faaliyetlerini takip etmemize olanak sağladığı göz önüne alınırsa, bu zafiyetin giderilmesi için  neden bekliyoruz?
Gırgır Filomuz Av Yasağı Döneminde Uzak Denizlere Gitmelidir. Son yıllarda gırgır filomuz çok büyüdü, ancak onları yurt dışında uzak deniz avcılığına gönderecek düzenlemeleri yapmadığımız için kapasitelerini kullanamıyorlar. Bahar ve yaz aylarındaki 4,5 aylık yasak döneminde atıl bir şekilde bekliyorlar. Başta Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı balıkçılarımıza dünya denizlerinde yeni av alanları açmak için girişimde bulunmalıdır. İspanya, Norveç, Japonya, Çin, Rusya yıllardır bu işi yapıyor. Dünyanın 17nci ekonomisi iddiasında olan  ülkemiz neden yapamıyor?
 Yasak Avcılık Önlenmelidir. Diğer yandan mavi vatanımızda yasak avcılık önlenemiyor. Bu husus en az kirlenmenin önlenmesi kadar önemli.  Bu konuda Sahil Güvenlik Komutanlığı devlet erkinin denizlerdeki temsilcisi ancak son yılların mülteci akını ve yasadışı göç onların yeteneklerini zorluyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ise yeterli sayıda kontrol görevi yapabilecek yüzer unsurlara sahip değil. 12 milyonluk İstanbul’da 3 tane kontrol botu var. Kirlilik en büyük tehdit. İç sularda hidroelektrik santrallerinin inşası, sulak alanlarda drenaj çalışmaları, siltasyon, erozyon ve tarımsal alanlardan gelen gübre ve pestisit kirliliği; denizlerde fekal atıklar başta olmak üzere arıtmasız evsel ve sanayi atıkların denize verilmesi balıkçılığımıza en büyük tehdittir. Bugün kıyı belediyelerin yüzde 90, sanayi tesislerinin yüzde 75’inin arıtması yok.
Balık Çiftliklerinin yeri özenle seçilmeli ve iyi denetlenmelidir.  Diğer yandan su ürünleri yetiştiriciliği yani balık çiftlikleri kamuoyunda tartışmalı yerini korumaya devam ediyor. Ancak bırakalım AB ortalamasını, kişi başına 6 kilo tüketimi balık çiftlikleri olmazsa nasıl karşılayacağız? Stratejik gıda güvenliğinde su ürünlerini nereye yerleştireceğiz? Bu çiftliklerden vaz geçmek sadece Türkiye için değil bütün dünya için bir lükstür. (2014 yılında dünyada tüketilen 162 milyon ton ürünün 72 milyonu çiftliklerde üretildi) Ancak bu çiftliklere çevre ile uyumlu yerler tahsis etmek, bilim ışığında hareket edecek devletin görevidir.
Balıkçılık Öncelikli ve Acil Sorun Alanıdır. Kısacası denizcilik gücümüz içinde belki de en sorunlu ve acil eylem planları gerektiren alan balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğidir. Bunun için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı kısa sürede bir eşgüdüm ve işbirliği komisyonu kurup acil tedbirler almalıdır. Yoksa hem denizlerimizi hem de balıklarımızı kısa sürede kaybedeceğiz.