27 Mart 2018 Salı

Teknolojik Rekabet ve Çin


 




Teknolojik Rekabet ve Çin
Tarih boyunca teknoloji yarışı, jeopolitik rekabette belirleyici oldu. Dünya Savaşlarının sonucunu teknolojik üstünlüğe sahip olan devletler ya da ittifaklar belirledi. Soğuk savaşın bitmesinde de ABD’nin Yıldız Savaşları (SDI) projesi çok önemli bir rol oynamıştı. Bugün de değişen bir şey yok. ABD son 72 yıldır sahip olduğu küresel hegemonyanın rekabet sürecine girdiği zor bir dönem yaşıyor. Bu süreçte Çin’in teknolojik yeteneklerinin artışından duyulan rahatsızlık her alanda kendini belli ediyor. Son yayınlanan Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde Çin’in her geçen gün artan teknolojik başarıları ABD’nin ekonomik ve askeri üstünlüğüne bir tehdit olarak algılanıyor.
Yükselen Teknolojilerde Çin Yerini Alıyor. Çin, son yıllarda bazı kritik yükselen teknolojilerde liderlik rolüne soyunabilecek seviyeye geldi. Beş yıl önce teknoloji taklit ederken, bugün teknoloji ve yenilik üreten bir ülkeye dönüştü. Washington tarafından kabul edilmesi zor olsa da Çin bu yarışta hızlı ilerliyor. ABD’nin geçtiğimiz hafta içinde Çin’den yapılan  ithalata 50 milyar $’a yakın bir vergilendirme cezası getirmesi ve gerekçeler arasında fikir haklarının ihlal edilmesini sayması bu yarışın ve bu rekabetin oluşturduğu durumun bir manifestosu. Trump, bu kararını, Pekin hükümetinin Amerikan şirketlerini Çin'de yatırım yapmaları karşılığı teknoloji transferine  zorladığı ve dolayısı ile Amerikan teknolojisini çaldığı iddialarına bağladı. Çin son 40 yılda ülkesine yabancı sermayeyi çekerken ucuz iş gücünden azaltılmış bürokrasiye kadar çok büyük kolaylıklar sağladı. Ancak bunun karşılığında yabancı firmalardan teknoloji transferi de yaptı. Teknoloji firmalarının Çinli karşıtları ile bu yarışı sürdürüp sürdüremeyecekleri Amerikan yenilikçiliği ve yaratıcılığının devam edip etmeyeceğine bağlı.  Diğer yandan Başkan Xi Jingpin, son yıllarda yenilikçilik ve teknolojik yaratıcılık alanında ülke yeteneklerinin geliştirilmesi ve teknolojide dışa bağımlılığın azaltılmasını devlet önceliği haline getirdi. Çin, son yıllarda pek çok alanda teknolojik yeniliklere imza atabildi. Örneğin hipersonik füzeler, uçak gemisi gibi hareketli hedeflere hassas vuruş sağlayabilen DF 21 benzeri balistik füze teknolojileri, gen mühendisliği ve kuantum uyduları öne çıktı.
Yapay Zeka: Yeni Ağırlık Merkezi.  Ancak bu gelişmelerin en önemlisi şüphesiz yapay zeka (AI) alanında başarılanlar oldu.  Bugün pek çok bilim adamı yapay zekanın insanlığın en önemli buluşu olduğunu savunuyor. Yapay zekanın en önemli özelliği hem askeri hem de sivil sahalarda devrimsel yeniliklere öncülük edecek potansiyele sahip olması. Bugün akıllı telefonlardan görsel ya da işitsel tanıma sistemlerine ya da dijital sekreterlerden robot teknolojilerine kadar pek çok alanda yapay zekanın kullanıldığını görüyoruz bu kullanım oranı geometrik dizi ile artıyor. Yapay zekanın öne çıkan özelliği çok yüksek hacimli bilginin (big data) kullanılmasını kolaylaştıracak özelliklere sahip olması. Yapay zekanın kullanımı, endüstri 4.0 olarak adlandırılan yeni sanayi devrimi süresi içinde tıptan hukuka, fabrikalardan limanlara  yüzlerce meslek dalında  beyaz yaka insan gücünü işsiz bırakacak seviyede kendini hissettirecek.  Bu durumun Çin’de ne kadar ciddi  sosyal sonuçlar yaratabileceğini hayal edebiliriz. Bu nedenle AR/GE’nin öncelikle askeri alanda öne çıkması bekleniyor. Askeri alanda ve güç mücadelesinde oyun değiştirici ciddi sonuçlar yaratacak yapay zeka uygulamalarına yönelik Araştırma ve Geliştirme projelerinin Çin’de pek çok örneği var. Örneğin nükleer denizaltı komutanlarına su altında durum muhakemesi ve karar verme yardımcısı olarak yapay zekadan faydalanma projelerinin yürütüldüğünü medyadan öğreniyoruz. Çin’in, 2017 yılında yayınlanan üç yıllık Bilgi Teknolojileri Geliştirme programında yapay zekanın önemli yer aldığını görüyoruz.  Bu dokumanda akıllı robotlar, otomatik araçlar, akıllı tıbbi tanı uygulamaları, akıllı dronlar ve makineler arası iletişim gibi konular dikkat çekiyor.  Diğer taraftan Çin’in bilim ve teknoloji bakanlığı 2017 yılının Kasım ayında  en büyük ulusal teknoloji firmalarını bir araya getirerek yapay zeka yazılım ve donanımı alanlarında işbirliği yapmalarına olanak sağladı. Bu süreçte Çin’in en büyük avantajı şüphesiz nüfusu ve devlet kapitalizminin sağladığı olanaklar. Bu durumu ile soğuk savaş dönemindeki Sovyetler Birliğinden çok önde görünüyorlar. Zira Sovyetler sadece askeri alanda AR/GE ye önem vermişti. Çin askeri alanda yoğunlaştığı kadar sivil kullanım alanlarında da yapay zeka uygulamalarına önem veriyor.
Asıl Neden Teknolojik Rekabet.  ABD ve Çin arasında küresel liderlik mücadelesinin en somut işaret fişeği geçen hafta Trump tarafından atıldı. Dakikada 1 milyon dolarlık ticaret yaparak birbirine bağımlı hale gelen iki ülke arasındaki bu savaşın ana nedeni Çin’e yönelik teknoloji transferinin durdurulmasıdır. Zira geçen sene ABD’ye karşı 367 milyar dolar ticaret fazlası veren Çin, teknolojik atılımlarını artarak sürdürüyor. Diğer yandan Trump kararı, teknoloji transferini önlerken Amerikan makro ve mikro ekonomik dengelerini bozabilecek. Geçen hafta ucuz Çin malları ile dolu olan Amazon ve Wall Mart gibi dev perakende firmaları bir araya gelerek Trump’a bu yapılanların tüketici fiyatlarının ve iş maliyetlerinin artışı üzerinden Amerikan halkı ve firmalarına zarar vereceğini deklare ettiler. Ayrıca Bilgi Teknolojileri Endüstrisi Konseyine bağlı 40 iş grubu Trump’a yazılan bir mektupta bu kararın Amerikan ekonomisine zarar verecek zincirleme bir reaksiyon başlatacağını ikaz ettiler.  Trump kararının sonuçlarını zamanla göreceğiz. Ancak yakın çevresi neocon’larla yoğunlaşan Trump’ın artık Çin’e sadece askeri değil ekonomik güç dişlerini göstermeye başlaması yeni bir dönemin habercisi. Bu  işin ucu küresel liderlik ve teknoloji rekabetine dayanıyor. Bu aşamada  Trump yönetiminin ABD halkını pek düşüneceğini sanmıyorum.


18 Mart 2018 Pazar

Winston Churchill ve Çanakkale

Winston Churchill ve Çanakkale
Bugün Türk tarihinin en şerefli sayfalarından birisini teşkil eden Çanakkale Deniz Zaferinin 103. Yıldönümü. Çok güçlü ve şımarık bir istila armadasına, coğrafyanın, kahramanlığın ve yaratıcılığın orkestrasyonunda denizde verilen büyük dersin yıldönümü. Tarihsel kelebek etkilerinin ardarda yaşandığı bir dönemin başlangıcı. 18 Mart 1915 günü boğazı zorlayan armada Nara Burnunu dönebilseydi bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık.  Rus Romanov hanedanı yıkılmamış, Sovyetler Birliği oluşmamış, Soğuk Savaş yaşanmamış olacaktı. Çanakkale’de kara harekatına ihtiyaç kalmayacağından Mustafa Kemal büyük bir kahraman olarak tarih sahnesine çıkmamış ve dolayısı ile Türkiye Cumhuriyetini kurmamış olabilecekti.  Bu kelebek etkisini başlatan en önemli kişi kimdi? Şüphesiz dönemin Liberal İngiliz Hükümetinde Bahriye Bakanı Winston Churchil idi.
Chruchill ve Gelibolu Kampanyası. Bugüne kadar İngiltere’nin Kraliyet ailesi ve Amiral Nelson’dan sonra belki de en ünlü sembollerinden birisi olan Winston Churchill hakkında dünya çapında gösterime giren 12 sinema filmi ve belgesel yapıldı. Ancak son iki yılda Churchill ile ilgili arka arkaya iki Holywood filmi beyazperdede yerini aldı. Bu filmlerin ilki ‘’Churchill’’ (2017 Mart) diğeri de ‘’Darkest Hour’’ (En Karanlık Saat) (2018) isimleri altında seyirci ile buluştu. Bu arada 2017 sonunda vizyona giren ‘’Dunkirk’’ isimli belegesel benzeri sinema filmi de Churchill’in ünlü konuşması ile bitiyor. Her üç filmin de Brexit sonrası dönemde  yapılmış olması dikkatlerden kaçmıyor. Söz konusu filmleri siyasi tarih ve askeri strateji gözlüğü ile izledim. İkinci Dünya Savaşında yaşananları dramatik şekilde ve dijital teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak anlatan bu filmlerin tarihsel gerçekliğe sadakatini tartışmak ayrı bir yazı konusu olur. Örneğin ‘’Churchill’’ isimli 2017 filmi, onu küçük düşürmesi nedeniyle büyük tartışmalar yarattı.
Gelibolu Kampanyasının Belirleyiciliği.  Churchill’i İkinci Dünya Savaşındaki Başbakanlığı döneminde anlatan iki  filmde de gözlenen gerçek, Birinci Dünya Savaşındaki Gelibolu kampanyasının yani Çanakkale Savaşlarının aradan geçen 29 yıla (1915-1944) rağmen İkinci Dünya Savaşının zor anlarında Baibakan Churchill’de yarattığı büyük travmanın öne çıkarılmış olmasıdır. ‘’Churchill’’ isimli filmde Normandiya çıkarmasına açıkça karşı çıkan ve adeta yapılmaması için Amerikalı Başkomutan Orgeneral Eisenhower ve İngiltere  Kralı VI George’a kafa tutan ve bu tutumu film boyunca devam ettrien bir Churchill işlenmiş. Harekattan bir gece önce yatağı başında Saldırı gününde (D Day)  fırtına çıkması ve Operation Overlord (Normandiya Çıkarması)’nın tehir edilmesi için Tanrıya yalvaran bir Başbakan görüyoruz.  Bu bir film. Ancak Churchill’in hatıratında (Memoirs) yazdığı gerçek düşünceleri de şöyle:
‘’Ben ABD ile ortaklaşa Kanal’da (Manş Denizi) doğrudan cephesel bir saldırı harekatına daima istekliydim...Bunun çok ağır ve tehlikeli bir macera olacağını biliyordum. Birinci Dünya Savaşının büyük saldırılarında kan ve insan hayatı ile ödediğimiz korkunç bedel aklıma kazınmıştı.’’
Geliboluda Ödenen Büyük Bedel. Chruchill haklıydı. Söylediği korkunç bedel Normandiya’da icra edilen amfibi harekatın modern askeri tarihteki ilk uygulaması olan Gelibolu yarımadasında çok ağır ödenmişti. Müttefikler ilk darbeyi 18 Mart 1915 günü  batan 3, ağır yaralanan 3 ve harekattan sakıt kalan 3 gemi ile almıştı.  İngiltere’de Gelibolu Kampanyasının mimarı Churchillin Bahriye Bakanı olduğu liberal Asquith hükümeti 18 Mart faciasından 2 ay sonra 25 Mayıs 1915’ de istifa etmek zorunda ve muhafazakar parti ile koalisyona mecbur kalmıştı.  Denizden geçilemeyince karadan bir istilaya karar verilmiş ve bu macera da hezimetle sonuçlanmıştı. 25 Nisan 1915 ve 6 Ocak 1916 arasındaki 9 ayda Gelibolu yarımadasındaki kara harekatında  29 bin İngiliz ve İrlandalı ile 11 bin Avustralyalı ve Yeni Zelandalı asker dâhil yaklaşık 58 bin müttefik askeri hayatını kaybetmişti.  Bu felaket de Asquith liderliğindeki hükümetin düşmesine neden omuş ve Lloyd George Başbakanlığında muhafazakarlar iktidara gemişti. Churchill,  tabur komutanı olarak Yarbay rütbesinde orduya geri dönmüştü. Ama en kötüsü İngiliz maliyesinin durumuydu. Amerikan bankerlerine olağanüstü boyutlarda borçlanmışlardı. Güneşin batmadığı imparatorluk neredeyse askerlerin maaşlarını ödeyemeyecek duruma gelmişti. Gelibolu felaketinden sonraki dönemde Sterlin % 67 değer kaybetmişti.
Churchill ve Nusret’in Mayınları. Gelibolu Kampanyası onun mimarı Churchill'in kariyerinde uzun yıllar kötü bir iz bıraktı. Büyük bir askeri bozgunun sorumlusu olarak görüldü.  Bizim için de, "Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük zaferi olarak öne çıktı. Churchill’in vicdanı Gelibolu’da kaybedilen askerlerin ruhları altında ezildi. Churchill savaştan 15 yıl sonra büyük bozgunu Nusretin 26 mayınına bağlayan şu demeci bir Fransız Dergisine verdi. (la Revue de Paris 1.8.1930)
‘’...Nusret gemisinin gizlice dök­tüğü bu 20 demir kap, harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından, di­ğer bütün gayretlerden daha mükemmel ve daha kesin sonuçlu hedeflere varmak içindi. Bu engel, ingilizler tarafindan başarı ile başlanmış olan Çanakkale harekâtını durduran bir takım psikolojik karışıklıklar doğur­du. Yalnız başına bu engeldir ki, Çanakkale'nin geçilmesini önledi; ve gene bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden, mağluplar kadar muzaffer Avrupa da sarsıldı. Kemiklerini Fran­sa, Belçika, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağır­lıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”











İlk Havacımız Bahriyeli Yüzbaşı Fethi ve TCG Anadolu

İlk Havacımız Bahriyeli Yüzbaşı Fethi ve TCG Anadolu
27 Şubat 2018 tarihinde Fethiye’de  önemli bir tören icra edildi. Törende ilk hava şehidimiz Fethi Bey kaybının 104. yılında anıldı. Kimdir Fethi Bey? İlk havacımız. Osmanlı Bahriyesinin ilk havacısı. Bu toprakların ilk hava şehidi.
Kartalım, Gölgende Hürdür Bu Vatan. Dünya askeri tarihinde savaş uçağı ilk kez İtalyanlar tarafından Trablusgarp  Savaşında Osmanlı ordusuna karşı kullanılmıştı. Bu durumdan ders çıkaran Osmanlı Müdafaa Vekaleti ordu ve donanmaya destek sağlayacak bu yeni aracı kısa sürede envanterine katmak istedi. Bunun için yeni teknolojiye uyum sağlayacak genç zabitlere ihtiyaç vardı. Fethi Bey 1908 yılında Bahriye Mektebinin çarkçı, yani makine zabitliği bölümünü bitirmiş ve  Hamidiye kruvazöründe üsteğmen rütbesinde görev yapmıştı. 1911 yılında gönüllü olarak başvurduğu hava sınıfına geçmek üzere 3 Temmuz 1912 tarihinde İngiltere’ye havacılık eğitimine gönderildi. Başlangıçta çarkçı yani teknik sınıfta yetiştirilmek üzere eğitim alırken pilotaja olan beceri ve ilgisi nedeniyle sınıf değiştirdi ve Türk havacılığının ilk pilotları arasına girdi. Kısa sürede becerisini ispatladı. Balkan savaşında muharip görevlerde yer aldığı gibi Türk havacılık tarihinde ilk gece uçuşunu gerçekleştirdi. Birinci Dünya Savaşına yaklaşan günlerde artık yüzbaşıydı. Osmanlı İmparatorluğunun sahip olduğu 8 pilotun asları arasındaydı. 8 Şubat 1914 günü yardımcısı Sadık Bey ile Muavenet-i Milliye isimli Fransız yapımı Bleriot XI/B tibi uçağın komutanı olarak İstanbul İskenderiye arasında icra edilecek varlık gösterme amaçlı prestij uçuşuna başladı. Konya, Ulukışla, Adana, Humus ve Şam üzerinden İskenderiye’de son bulacak seyir sırasında uçuşun 10. Etabında Şam’ın yakınlarındaki Taberiye Gölüne yakın kayalık Küfrühar bölgesinde düştü. Şam yakınlarındaki Selahattin Eyyubi Türbesine defnedildi. Kaybı Osmanlı illerinde çok derin izler bıraktı. Beşiktaş Firuzağalı olan Fethi Bey için büyük törenler yapıldı. Daha sonra 1934 yılında Türk’ün ilk hava şehit evladının adını almak için Megrililer öne çıktılar.Vefa ve sadakatlerinin bir işareti olarak  şehirlerinin ismini Megri’den, Fethiye’ye değiştirdiler. Aynı yıllarda, Behçet Kemal Çağlar Fethi Bey için yazdığı şiirin son mısralarını şöyle tamamlıyordu: ‘’Kartalım. Gölgende hürdür bu vatan.’’
Teknolojisiz İmparatorluk. Yüzbaşı Fethi, rönesansı, reformu, aydınlanmayı ve sanayi devrimini yaşayamamış bir imparatorluğun ilk pilotlarındandı. Toplumun temel dinamiklerinin bilim ve akıldan ziyade, dinin sisli kaderciliğine terk edildiği bir ortamda teknolojinin en ileri uygulaması olan uçağı Osmanlı pratiğine uygulamak kolay bir iş değildi. Fethi Bey bunu üstün yetenekleri ile başarıp, 2 yıllık pilotluk tecrübesi ile İstanbul-İskenderiye uçuşuna komuta edebilecek kişi olarak seçilmişti. Ancak Osmanlının teknik ve lojistik alt yapısı bu uçuşu destekleyebilir miydi? Aslında 1890 yılında Japonya sularında batan ve 537 evladımıza mezar olan Ertuğrul firakteynimiz ile Muavenet-i Milliye uçağının kaderleri pek benziyor.
Havacılık da donanma gezdirmek gibi pahalı ve çok ciddi bir iştir. Doğa, teknoloji ve personel disiplini ile harmanlanmazsa sonucu felaket olur. Cesaret ve kahramanlık ancak uygun şartlar altında somut sonuçlar getirir. O günün şartlarında binlerce millik bir hava seyrine kalkışmak ve 4000 metre irtifada Torosları aşabilmek 3 yıllık geçmişe sahip Türk havacılığı içinde tecrübe birikimine sahip denizcilikten yetişme bir pilot için ciddi bir meydan okuma ve sınavdır. Sonu hüsranla bitti. Zira Osmanlının teknolojisi Fethi Beyin yüreğinin çok altındaydı.
F35 Ambargosu mu? Fethi Beyi andığımız günlerde ABD’deki Yunan – Amerikan Liderlik Konseyi Başkanı Andy Zemenides Türkiye’yi Kuzey Kore’ye benzeterek Türk Hava Kuvvetlerine yeni nesil JSF (F 35) uçaklarının satışının engellenmesi için girişimde bulunacaklarını açıkladı. Bu girişimin beni hiç şaşırtmadığını ifade etmeliyim. Zira 1996 yılında yaşanan Kardak krizinde de, Türk Donanmasına transfer edilecek 3 adet FFG7 sınıfı (G sınıfı) fırkateyni, ABD deki Yunan lobisi yüzünden 14 aylık uzun  bekleme süresinden sonra  alamadan Türkiye’ye dönmüştük. İkinci Komutanı olduğum TCG Gaziantep firkateyninin de aralarında olduğu  gemileri ancak 1998 yılı Ocak ayında alabilmiştik. Bu skandal, donanmanın MİLGEM projesi üzerinden millileşme sürecini hızlandırmıştı.
Hava Kuvvetleri Millileşmelidir. Hava Kuvvetlerimiz, Kıbrıs Barış Harekatı sonrası maruz kaldığımız silah ambargosundan donanmanın çıkardığı dersleri çıkarmamıştır. Millileşme ve ABD savunma sanayine alternatif yaratma süreçlerine benzer bir süreci uygulamada geç kalmıştır. Milli muharip uçak geliştirme süreci  ancak 15 Temmuz 2016 FETÖ ihanetinden sonra hız kazanmıştır. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin en yoğun yaşandığı günlerde dönemin Hava Kuvvetleri Komutanına bir sohbet esnasında Amerikan F 35 lerine bağımlı olmak yerine, Avrupa ya da başka pazarlardan alternatif bir  uçak seçilemez mi ? sorusunu yöneltmiştim. Tarafıma verilen cevap şuydu: ‘’Türk pilotlarını en iyi uçakla uçururuz.’’
F35 ler ve TCG Anadolu. F35’lerin geleceği  sadece Hava Kuvvetlerimizi ilgilendirmiyor. TCG Anadolu adını verdiğimiz doklu Amfibi Hücum (LHD)gemimiz de bu kaderden etkilenecek. Zira gemide 6 adet dikine kısa iniş kalkış yapan (STOVL) F 35 B uçaklarının yer alması planlanıyor. ABD’nin, Doğu Akdeniz ve Suriye’de yaşananlar paralelinde bu uçakları vermekten vaz geçme durumuna göre devletin alternatifleri mutlaka vardır. Ancak uzun dönem planlamaların doğru yapılması gerekir. Bu kapsamda uçaktan daha da önemli olan TCG Anadolu ve gelecekteki kardeşlerinde kullanılacak sabit kanatlı uçak pilotlarının yetiştirilmesidir. Deniz üzeri uçuş ve karadaki sabit pistin yerine üç boyutta hareket eden gemi uçuş güvertesine iniş/kalkış  yapacak  yeni Yüzbaşı Fethi’lerin denizde savaş doktrinine göre yetiştirilmeleri, donanmanın önündeki en büyük sınavdır. Bu kapsamda donanmaya has yeni bir eğitim ve indoktrinasyon süreci şimdiden planlanmalıdır. Deniz Kuvvetleri tarihsel birikimi, deniz havacılarımızın üstün deniz üzeri uçuş yetenekleri ve teknolojiye süratle uyum sağlama özellikleri ile bu sınavı mutlaka başarmalıdır. 104 yıl sonra aziz ruhunu andığımız Fethi Bey’in cesaret, bilgi ve tecrübesinin TCG Anadolu’nun güvertesine iniş kalkış yapacak deniz hava pilotlarımıza ışık tutması en büyük dileğimizdir.


Bir Kuşak Bir Yol ve Küreselleşme

Bir Kuşak Bir Yol ve Küreselleşme
19 Şubat 2018 tarihinde Suudi bayraklı 300 bin tonluk Shaden tankeri Meksika Körfezinden aldığı Amerikan petrol ürünlerini, Çin’in Rizhao Limanına götürmek üzere yola çıktı. Bu yük, iki ülke tarihinde bir rekor oldu. ABD ile Çin arasında Güney Çin Denizi başta olmak üzere pek çok alanda anlaşmazlık yaşanmasına ve yenisi yayınlanan Amerikan Milli Savunma Stratejisi belgesinde Çin’in tehdit olarak gösterilmesine rağmen iki rakip ülke arasında ticaret  artıyor.
Petrol İhracatçısı ABD. 2015 yılında 5 milyon varil olan ABD petrol ürünleri ihracatı 2016 yılında 75 milyon varil oldu. Bunun ana nedeni 2016 sonrası ABD’nin kaya gazı ve kaya petrolü sayesinde petrol ürünleri üretiminin artması ve 1975 tarihli ham petrol ihracatını yasaklayan (Gerald Ford) Enerji Politikası ve Koruması Kanununun (The Energy Policy and Conservation Act of 1975 (EPCA)) hafifletilmesidir. ABD her gün 10,5 milyon varil petrol üretiyor. 2016 yılında ihracat kararı alındığında ilk müşteriler Güney Kore ve Japonya olmuştu. Kimse Çin’in bir numaralı ithalatçı olacağını tahmin etmiyordu. Geçen Ocak ayı içinde ABD’den Çin’e, günde değeri 1 milyar dolara yakın 400 bin varil ham petrol ile değeri 300 milyon dolar civarında yarım milyon ton sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatı gerçekleştirildi.
ABD Şahinleri Ne Düşünüyor? Bu ihracatın ABD–Çin dış ticaretinde ABD aleyhine olan ticaret açığını kapatmaya yönelik olmasına Trump Hükümetinin şahinleri karşı çıkmıyor. Her ne kadar Trump’ın 2017 Mart ayındaki Baş Stratejisti Steven Bannon, ‘’5-10 yıl içinde mutlaka Çin ile savaşacağız’’ demiş olsa da, Son 6 yıldır ABD ile Çin arasındaki ticaret dakikada 1 milyon dolar civarında. ABD 1978 yılından bu yana Washington Consensus (Uzlaşısı)  adı altında dünyaya neo liberal ekonomik sistemi dayattı. Bu sistemin özü dünya ekonomisini küreselleştirmekti. Bu uygulamanın sonuçları Çin’i ekonomik deve dönüştürürken aynı zamanda Çin’i küreselleşmenim lokomotifi yaptı. Bugün ABD’nin 6 trilyon dolar dış ve 14 trilyon dolar iç borcu var. Buna karşılık Çin 3,4 trilyon dolar değerindeki ABD hazine bonolarıyla en büyük alıcı durumunu koruyor. Bu rezervin Bir Kuşak Bir Yol (BRI/OBOR) projesi üzerinden ABD kontrolü dışında diğer ülkelere akışı önem arz ediyor. IMF’nin 2016’da Yuan’ı küresel çapta kullanılabilir para birimi olarak kabul etmesi de küreselleşmeye katkı sağlayan bir faktör oldu.
Küreselleşmenin Yeni Lideri Çin. Bir Kuşak Bir Yol girişimi, 21’inci yüzyılda küreselleşmenin en büyük projesi olacak. Çin ekonomisini güne, kuzey ve batı yönlerinde üç ayrı kuşakla Doğu ve Güney Asya, Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya eklemleyen OBOR projesinde Türkiye dahil 76 ülke var. Bu ülkelerin toplam milli geliri 25 trilyon dolar. OBOR, Çin’in 100’üncü kuruluş yıldönümü olan 2049 yılına kadar 65 ülkede 4 trilyon dolarlık alt yapı yatırımını öngörüyor. Bugün itibarıyla 60 ülkede kabaca 1 trilyon dolarlık 900 proje yürütülüyor. Çin bu proje ile kömür, çelik, güneş enerjisi gibi alanlarda yeni müşteriler yaratırken, ABD dolarına olan bağlarını da azaltmayı hedefliyor. OBOR un etki alanına giren yerlerde hegemonya tarafından kışkırtılan ayrılıkçı hareketler, terör ve aşırı uçlarla mücadelede de önemli rol oynayacağı; az gelişmiş bölgelere refah getirecek olması küresel barışa büyük katkı sağlayacak. OBOR denizlere ve özellikle Malakka Boğazına bağımlı enerji ithalatını karaya çekerek Çin’in enerji güvenliğine de hizmet edecek. 
Ekonomik Çıkarlarla Askeri Çıkarlar Karşı karşıya . Küreselleşme bir Atlantik cephe ürünü idi. Ancak Çin, OBOR girişimi ile küreselleşmenin liderliğini alma yolunda ilerliyor. Bu da dünyayı 1978 doğumlu Washington Konsensüsünden Pekin Konsensüsüne dönüştürme eğilimini enerjilendiriyor. Diğer taraftan yapılan liman, demiryolu ve kara yolu alt yapı yatırımlarının askeri coğrafyayı etkilemesi de kaçınılmaz olacaktır. Bu kapsamda ABD tarafından geçen ay içinde açıklanan büyük güç rekabet (Great Power Competition) döneminde asıl hedefin BRI olacağını söylemek mümkün. Ancak ABD müesses nizamı (establishment) bu mücadelede Çin ile iç içe geçen ve her geçen gün artan karşılıklı finans ve ticaret bağımlılığını nasıl gözden çıkaracak?